Roma Cumhuriyeti

Günümüz dünyasında Roma Cumhuriyeti günlük yaşamın çeşitli yönlerinde hayati bir rol oynamaktadır. Teknoloji alanından siyasete, kültür ve toplum aracılığıyla Roma Cumhuriyeti, sürekli fikir ve araştırma üreten ilgili ilgi konusu haline geldi. Bu makale, küresel ekonomideki öneminden bireysel karar alma üzerindeki etkisine kadar Roma Cumhuriyeti ile ilgili farklı yönleri analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda, Roma Cumhuriyeti'in yaşamlarımız üzerindeki etkisinin yanı sıra geleceğe yönelik etkilerini de keşfedeceğiz.

Roma Cumhuriyeti
Resmi ad (sikkelerin üzerinde olduğu gibi):
Roma
MÖ 2. yüzyıldan sonra:
Senatus Populusque Romanus
(SPQR)
("Roma Senatosu ve Halkı")

Roma Cumhuriyeti
MÖ 509-MÖ 27
Roma Cumhuriyeti bayrağı
Bayrak
Jül Sezar (Iulius Caesar)'ın suikastının arifesinde Roma eyaletleri, MÖ 44
Jül Sezar (Iulius Caesar)'ın suikastının arifesinde Roma eyaletleri, MÖ 44
BaşkentRoma
Yaygın dil(ler)Latince, Yunanca
HükûmetOligarşik Cumhuriyet
Konsül 
• MÖ 509–508
Lucius Junius Brutus (İlk)
• MÖ 49 - 44
Jül Sezar
• MÖ 44 - 27
Caesar Octavianus (son)
Yasama organıRoma Senatosu Pleb Konseyi
Tarihçe 
• Kuruluşu
MÖ 509
• Jül Sezar'ın Daimi Diktatör İlan Edilmesi
MÖ 44
MÖ 2 Ekim 31
• Dağılışı
MÖ 27
Yüzölçümü
• Toplam
10000 km2
Öncüller
Ardıllar
Roma Krallığı
Roma İmparatorluğu

Roma Cumhuriyeti, Antik Roma uygarlığında hükûmetin cumhuriyet şeklinde işlediği dönem. Geleneksel olarak MÖ 509 yılında krallığın devrilmesiyle başlayan dönemdir. Bu dönemde ilk iki yüzyıl boyunca, Cumhuriyet toprakları İç İtalya'dan bütün Akdeniz dünyasına kadar genişledi. Sonraki yüzyılda Roma; Kuzey Afrika, İber Yarımadası, Yunanistan ve şu anki Güney Fransa'da egemenlik kurarak daha da büyüdü. Roma Cumhuriyeti, son iki yüzyılı sırasında, hem Fransa'nın kalanına hem de Makedonya ile Anadolu'nun büyük kısmına egemen oldu.

Augustus sıklıkla Roma Cumhuriyeti'nin sonlanmasında en büyük rolü oynayan kişi olarak görülür.[2] Bununla birlikte Antik Roma'nın cumhuriyetçi siyasal düzeneğinin sonunu getiren olaylar zinciri bazı tarihçiler tarafından farklı dönemler işaret edilerek ele alınmıştır. Tarihçiler farklı biçimlerde MÖ 44'te Jül Sezar'ın daimî diktatör atanmasını, MÖ 31'de Aktium Deniz Muharebesi'nde Marcus Antonius'un yenilgisini ya da MÖ 27'de Octavianus'a (Augustus) Roma Senatosu'nun olağanüstü güçleri bağışlamasını Cumhuriyet'i sonlandıran asıl olaylar olarak önermişlerdir.[3]

Roma'da cumhuriyet yönetimi, her yıl yurttaşlarca seçilen ve bir senato tarafından atanan iki konsülün başkanlık ettiği bir hükûmetin getirilmesiyle başladı. Roma Cumhuriyeti'nin ilk dönemlerine, soylarını geçmişe, Roma Krallığı'nın erken tarihine dayandıran Roma'nın arazi sahibi aristokratları patriciler ve çok daha fazla sayıdaki halktan yurttaşlar plebler, arasındaki mücadelede damga vurmuştur. Zamanla, Roma'nın en yüksek memurluklarında patricilere ayrıcalıklı haklar veren yasalar yürürlükten kaldırıldı veya zayıfladı ve pleb sınıfı arasından yeni bir aristokrasi doğdu. Günümüzde Roma Cumhuriyeti'nin hukuki yapısının büyük kısmı Avrupa'nın her yanında ve dünyanın kalanında çağdaş ulus devletler ile uluslararası örgütler arasında gözlenebilir. Romalıların Latincesi Avrupa'nın pek çok kısmında ve dünyada dilbilgisi ve sözcük dağarcığını da etkilemiştir.

Kuruluş

Lucius Junius Brutus'un büstü. Capitol Müzesi

Roma'nın son kralı Lucius Tarquinius Superbus, Roma’yı zalim bir diktatör gibi yönetiyordu ve oğlu Sextus’un Roma’nın seçkinlerinden Lucius Tarquinius Collatinus’un karısı Lucretia’ya tecavüz etmesi ve sonrasında Lucretia’nın intihar etmesi bardağı taşıran son damla olmuştu.[4] Bu olayın ardından elitler Lucius Junius Brutus önderliğinde krala karşı birleşip kralın o sırada kent dışında olmasından da yararlanarak kentin yönetimine el koydular ve cumhuriyet rejimi böylelikle başlamış oldu.[5][6] Tarquinius'un tahtı yeniden ele geçirmek için hepsi başarısız olmuş olan birkaç girişimde bulunmuş olduğu söylenir. Roma Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk konsüllerden olan Lucius Junius Brutus, oğullarından ikisinin Tarquin'i yeniden tahta çıkarmak için komplo hazırladıklarını öğrenince onları idam ettirdi.

Krallık dönemindeki devlet kurumları ve sosyal yapı, cumhuriyet döneminde de değişmeden veya çok az değişikliğe uğrayarak sürdürülmüştür. Roma'da Cumhuriyet rejimi ile birlikte gelen en önemli anayasal değişiklik baş yöneticiyi ilgilendiriyordu. Devrimden önce, yaşamı boyunca olmak üzere senatörlerce bir kral seçilirdi. Artık, güç ve yetki bir kişiden iki kişiye, pretör denen iki magistrat'a geçiyordu. Yaklaşık 150 yıl sonra bu pretörler, konsül olarak adlandırılmaya başlandı.[7] Comitia Centuriata tarafından seçilen iki konsül, teorik olarak halka ait olan iktidarı onun yerine kullanmaktadır. Konsüller bir yıl boyunca görev yaparlar ve görev sürelerinin sonunda görevi bırakarak sıradan bir Roma vatandaşı haline gelirlerdi. Cumhuriyet idaresinin başındaki iki konsül de eşit şekilde emretme ve hükmetme yetkisine sahipti. Senato'ya başkanlık eden konsüller, idari ve siyasi kararlarda senatoya danışırlar ve oradan çıkan karara göre hareket ederlerdi. Fakat her ikisi tarafından paylaşılan bu güç, sınırsız ve karşı konulamaz değildi. Her bir konsül, diğerinin aldığı kararı veto edebilirdi. Her bir konsül meslektaşını frenliyor ve eğer makamın güçlerini kötüye kullanmışlarsa onları yargılanmaya kadar götürüyordu. Konsüllerin görevi öncelikle orduya komutanlık etmekti. Şehirde oldukları zaman senatoya başkanlık ederler, halk meclislerinin oturumlarına katılırlar, halkın şikâyetlerini dinleyip bu konularla ilgili karar verirlerdi. Aynı zamanda dini işlevleri de vardı ve kurban kesip devlet kültleriyle ilgili diğer merasimleri de yerine getirirlerdi. Toga praetexta adlı kenarları mor bir toga giydikleri için hemen kalabalıktan ayrılırlardı. Sella curulis adlı özel bir koltukta otururlardı. Her konsülün her biri fasces, yani çift başlı baltalar taşıyan on ikişer adet lictor adlı hizmetlileri vardı ve bunlar konsül halk arasındayken onu korurlardı.[8] Konsüllerin Quaestor adını taşıyan başlangıçta iki zamanla sayıları artan, devlet hazinesi ve mali işlerden sorumlu yardımcıları vardı.

Roma Forumu; kentin ve hükümetin çeşitli makam ve toplantı yerlerini barındırmış Cumhuriyet'in ticari, kültürel ve siyasal merkezi

Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra, Comitia Centuriata ("Çentürya Kurulu") asıl yasayıcı kurul durumuna geldi. Bu meclisin görevi genel olarak yeni konsülleri, pretörleri ve çensörleri seçmek ve savaş ve barış kararlarını almaktı. Roma Cumhuriyeti'nin en önemli yetki organı ise Senato idi. Romalı memurların bir danışma organı fonksiyonuna sahiptir. Senato sadece bir konsül veya pretör tarafından toplanmaya çağırılabiliyordu. Bu hak daha sonraları pleb tribunuslara da tanınacaktı. Senato kendisini toplanmaya çağıran yetkili başkanlığında Roma'daki Forum Romanumdaki Cruia binasında toplanırdı. Başlangıçta sadece bir danışma organı olarak tasarlanmış olsa da özellikle MÖ 4. ve 3. yüzyıllarda güç kazanan senato yavaş yavaş çok daha etkin bir rol oynamaya başlamış, dini ve mali meseleleri yönetici bir işlev kazanmıştır. Aynı zamanda müttefiklerden veya düşmanlardan gelen elçi heyetlerini kabul eden, konsüllerin ve pretörlerin askeri görevlerini belirleyen bir mekanizmaya dönüşmüştür. Senato'nun üye sayısı başlangıçta 300 iken daha sonra 600'e çıkarılmıştır.

Roma idaresinde en yüksek memur konumunda olan magistratlar, konsüller ve pretörler idi. Soylu bir Roma yurttaşının, kariyerinde ilerleme kaydetme süreci Cursus honorum olarak adlandırılırdı. Bir Roma soylusu devlet memuriyetine önce quaestor olarak başladıysa, sonra aedilis veya pleb tribunus olurdu. Daha sonraki aşama ise pretörlük idi. En son ve en yüksek mevki ise konsüllüktü. Bu memuriyetlerdeki görevlerin onursal olması, bu vazifelerde bulunanlara herhangi bir ödeme yapılmamasından kaynaklanıyordu. Bu memuriyetlerde bulunanların zengin olması gerekiyordu. Seneto'ya girebilmek için 1 milyon sestertius'luk bir servete sahip olmak gerekiyordu.

Erken Cumhuriyet (MÖ 458–274)

İtalya seferleri (MÖ 458–396)

Camillus'un Veii'nin yenilgisinde yakalanan hazinenin onda birinin tanrılarına yeminini yerine getirmesi için Roma kadınlarının servetini kabul ettiğini tasvir eden tablo. Nicolas-Guy Brenet French, 1785

Cumhuriyet döneminin ilk savaşları hem genişleme hem de savunma içindi ve Roma kendisini komşu kentler ve uluslardan koruyarak bölgede kendi alanını kurmayı amaçlıyordu.[9] Başlarda, Roma'nın birincil komşuları ya Latin kasabaları ve köyleriydi[10] ya da Apenin tepelerinin ötesinden gelen Sabin boylarıydı. Teker teker Roma hem inatçı Sabinleri, hem de Etrüsk denetimi altındaki yerel kentleri ve Etrüsk yöneticilerini başından atmış olan diğer Latin kentlerini yendi.[11] Roma Latin kentlerini MÖ 496'da Regillus Gölü Muharebesi,[10][12] MÖ 458'de Algidus Dağı Muharebesi, MÖ 446'da Korbione Muharebesi[13][14] ve Ariça Muharebesi'nde[15] ve bir Etrüsk kentini MÖ 477'de Kremera Muharebesi'nde yendi.[16][17] Bu dönemin sonunda, Roma birincil komşuları olan Etrüsk ve Latin fetihlerini etkili bir biçimde tamamlamıştı;[18] ayrıca Apenin tepelerinin yakınlarındaki boyların yarattığı gözdağına karşı konumunu güvene almıştı.

Roma 4. yüzyılın başında giriştiği bir harekâtla beraber bölgede bir lider olarak ortaya çıkmıştır. Bu harekât etrüsklere ait bir şehir olan Veii’nin fethidir. Veii, Etruria'nın güney sınırlarında ve Roma'nın sadece 16 km kuzey-kuzeybatısında bulunan zengin ve güçlü bir Etrüsk şehriydi. Tıpkı Roma gibi etrafındaki bazı komşularını kontrol altında tutmaktaydı. MÖ 5. Yüzyılda Roma ve Veii arasında diğer bazı şehirlerin liderliği için birtakım mücadeleler yaşanmıştı, fakat bu mücadeleler herhangi bir kesin sonuç sağlamamıştı. Nihayetinde Romalılar, Veii'yi ele geçirmek için harekete geçme kararı aldı. Veii güçsüz olmaktan oldukça uzaktı ve şehir kalın surlar tarafından oldukça iyi muhafaza ediliyordu öyle ki 10 yıl sürecek bir işgal bile gerektirebilirdi. MÖ. 396 yılında birkaç yıl ordunun komutasında Veii'nin müttefiklerine karşı savaşan Marcus Furius Camillus'a diktatör unvanı verilip kendisine bu istenmeyen savaşı bitirmesi görevi verilmişti. Camillus, şehrin yerlilerinden birisini kaçırarak şehrin surlarının altını kaplayan toprağın yumuşak olduğunu ve fazla efor sarf etmeden tünelle geçilebileceğini öğrendi. Mühendisleri tünel kazarken düşmanın dikkatini dağıtmak için ön kapılara bir saldırı başlattı. Camillus'un planı başarıyla sonuçlandı ve Veii'yi ele geçirmeyi başardı. Camillus, şehrin himayesi altında bulunan Juno'nun heykelini çıkardı ve Roma'ya götürdü ve askerlerinin, aldıkları yağmalarını tutmalarına izin verdi. Veii'nin erkek nüfusunun çoğu idam edilirken kadınlar ve çocuklar köleleştirildi veya şehirden sürüldü. Bu noktada, savaşı bitirmiş ve Roma'yı zenginleştirmiş olmasına rağmen Camillus, israf ve gereksiz harcamalar yaptığı zafer festivalleriyle halkta arasındaki popülaritesi geriye düşürmüştür. Halk, Camillus'un Roma vatandaşlarının Veii'ye yerleştirilmesini izin vermeyi kabul etmemesiyle de hüsrana uğramıştı. Roma aşırı kalabalıktı ve bazı vatandaşları Veii'ye yeniden yerleştirmek için bir plan önerilmişti. Bu öneri oldukça ilgi çekiciydi, çünkü şehir etrafında ekilebilir araziler vardı ve yağmalanmasından sonra bol bol boş ev ve bina vardı. Ancak Camillus bu planı reddetti, bunun Roma'yı zayıflatacağını iddia etti ve sonra Veii'yi unutacağı ümidiyle Falerii'nin düşmanca bir tavır göstermesi üzerine Camillus, orduyu tekrar seferber ederek halkın ilgisini başka yöne kaydırmayı başardı. Kuşatmanın sonunda Falerii'nin teslim olması neticesinde yağma için gün sayan Romalı askerler bundan tatmin olmamıştı. Yağmanın gerçekleşmeyeceği anlaşıldığında adamları Camillus'a karşı çıktılar. Bu olay Camillus'un Roma'nın nüfusunun yarısının Veii'ye yerleştirilmesine karşı çıkmasından dolayı kendisine duyulan düşmanlığın daha da artmasına sebep oldu. Politik düşmanları bu fırsatı değerlendirirek onu kendilerine göre Roma halkına ait olan Veii'den elde edilen yağmanın çalmakla suçladılar. Arkadaşları Camillus adına büyük bir kefaret bedeli ödemeyi önerselerde Camillus bu suçlamaları kabul etmek yerine Ardea şehrine sürgüne gitmeyi tercih etti.

Kelt istilası (MÖ 390–387)

Paul Jamin'in Brennus'un ganimetteki payı adlı tablosu, 1893

MÖ 390'da, birkaç Galyalı kabilie, Avrupa boyunca genişledikçe İtalya'yı kuzeyden istila etmeye başladılar. Romalılar, özellikle savaşçı bir kabile kuzeyden iki Etrüsk kasabasını istila ettiğinde tehlikenin farkına vardılar.[19] Bu iki kasaba Roma'nın etki alanından çok uzakta değildi. Bu kasabalar, düşmanının sayısının çokluğuna ve vahşetine yenildiklerinden, Roma'yı yardıma çağırdılar. MÖ 390-387 sularında Romalılar Galyalılar ile Alia Irmağı Muharebesi'nde karşılaştı. Önderleri Brennus'un komutası altında 15.000 kişilik ordularıyla Galyalılar, yaklaşık 24.000 kişilik Roma ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Kaynaklara göre Galyalıların sesinden korkan bazı Roma askerleri savaştan kaçmıştır. Kalanı ise çarpışmış ama kısa sürede yenilmiştir. Kaçanların çoğu Allia nehrinde boğulmuştur. Hayatta kalanlar Roma'ya kaçıp haberleri bildirince şehir boşaltıldı ve sadece senatörler ile şehri koruyan ufak bir birlik bırakıldı. Brennus geldiğinde şehri boş olarak buldu ve Galyalılar, şehri yağmaladılar.[20] Campidoglio'da yığınak yapan Romalılar orada da kuşatıldı. Romalıların burada gerçekleştirdikleri savunma Galyalıları yormuştur. Fakat Brennus kuşatmayı kaldırmak istemez.Yemek kıtlığı vardı ve Brennus adamlarını çevre şehirlere göndermişti. O şehirlerden biri de Camillus'un sürgünde bulunduğu Ardea idi. Camillus, şehrin önde gelenlerini bir askerî birlik oluşturmaya ve onu yönetmeyi ikna etti. Geceleyin ani bir baskınla Şenöne kampına baskın yaparak onların hepsini öldürdü. Diğer şehirlerdeki Romalı mülteciler bu zaferi duyunca Camillus'a Roma ordusundan geriye kalanları toplayıp liderlik etmesi konusunda yalvardılar. Campidoglio'da yığınak yapan Romalılar orada da kuşatılmıştı. Romalı birliğin yiyecekleri bitme noktasındaydı ve teslim olma şartlarını görüşmeye zorlanmışlardı.[20] Sonunda Brennus Romalılara, bin pound altın verirlerse kuşatmayı kaldıracaklarını söyler. Galyalılar ağırlıkları, Romalılar ise altınları getirir. Fakat Galyalılar normalden hafif ağırlıklar getirince durum konsüle bildirilir. Şikayetleri Brennus da öğrenir ve kılıcını ağırlıkların olduğu kefeye koyar ve o ünlü sözünü söyler. (Vae victis) Bu sözle daha çok altın istediğini göstermiştir. Tarihçiler ağırlıklar hakkındaki tartışmanın o derece uzadığını, sürgündeki diktatör Marcus Furius Camillus'un bir orduyu toplamak, Roma'ya dönmek ve Galyalıları kovmak, hem şehri hem de hazineyi kurtarmak için ekstra zaman kazandığını vurgularlar. Camillus şehre girdiği anda Brennus ve Romalılar anlaşma imzalamak üzereydiler. Roma sokaklarında ilk mücadeleyi takiben Galyalılar önce şehirden atıldı. Kaçan Brennus'u takip eden Camillus zafer elde etti ve Gabbi'ye giden yolda düzenli bir harekâtla Brennus'un ordusu tamamen yok edildi. Brennus'un bu savaşta ölduğu söylenir. Camillus böylece Roma'nın ikinci kurucusu unvanını alır ve iade-i itibar yapılarak tekrar diktatör ilan edilir. Son anda gelen zafere rağmen Roma'da Galyalıların korkusu uzun süre devam etti. İnsan kurbanı bir Roma geleneği olmasa da bir çift Galyalı ve bir çift Yunanyı canlı gömerek insan kurban etmeleri geleneği muhtemelen, Galya felaketinin tehlikesini önlemekti. İtalya'da bu ikili arasında iki yüzyılı aşkın savaş, kesik kesik sürecekti. Kelt sorunu, MÖ 52'deki Alesia Muharebesi'yle Jül Sezar'ın tüm Galya'yı zaptına dek çözülmeyecekti.

Patricii ve Plebler arasındaki çatışmalar

Roma Senatosu 'ndaki oturma düzeninin temsili: bir 19. yy freskinden.

Cumhuriyet rejimi ile birlikte kralın egemenliği konsüller arasında paylaştırılmış ve senato'nun yetkileri arttırılmıştı ancak hala idarenin önemli mevkileri ve senato üyelikleri patricii'lerin elindeydi. Nitekim patricii ve plebler arsında ciddi bir mücadelenin başlaması kaçınılmazdı. Zengin plebler yüksek devlet memuriyetlerine seçilmek ve patricii sınıfından kişilerle evlenmek istiyordu. Tarım ve zanaatla uğraşan ya da işçi olarak çalışan fakir plebler de bir yandan ekonomik durumlarının iyileştirilmesini istiyor öte yandan borçlarını ödeyemedikleri durumlarda verilen cezanın hafifletilmesini istiyorlardı. MÖ. 494 yılında, plebler vatandaşlık haklarında iyileştirme elde etmek için Roma'yı terk edip şehrin dışındaki kutsal dağa çıktılar. Plebler kendi memurlarını seçme hakkı istediler. Patricii sınıfından olanlar duruma müdahale edip bu hareketi bir anlaşmayla sonlandırdılar. Bundan böyle pleblerin borçları silinecek ve borçlarından dolayı köle durumuna düşenler tekrar özgürlüklerine kavuşacaklardı. Plebler, kendilerine yönelik olumsuzlukların giderilmesi için Concilum Plebis denen bir meclis oluşturdular. Meclis başkanına tribunus denirdi. Hükûmetin başındaki patricii sınıfından konsüllere karşı muhalefet yapan pleb trübunusların Aedilis denen iki yardımcısı olurdu. Aedilislerin sorumluluk alanı bugünkü belediyelerin görev alanına giren işlerden oluşmaktaydı; şehrin imar durumu, yolların temizliği, su dağıtımı, pazarların denetimi, itfaiye işleri, tapınakların, festivallerin düzenlenmesi ve çeşitli kamu alanlarındaki düzenin sağlanması gibi işler bu memurlar tarafından yürütülmekteydi.[21] Plebler, kendilerine yönelik pleb tribunus'lukları ve aedilis'lik memuriyetlerini oluşturmuşlarsa, patricii sınıfı da MÖ. 443 yılında kendi çıkarları için censörlük memuriyetini oluşturdu. Daha önce konsüllük yapmış kişiler arasından seçilen Cencor'ların görevi nüfus sayımı ile vatandaşların sahip oldukları servetlerin sayımını yapmak, kaydını tutmaktı. MÖ 366'da da vatandaşlar arasındaki uyuşmazlıkları çözmekle yükümlü pretörüklük oluşturuldu.[22] praetor önceleri consul’lerin bir sıfatıyken, sınıf mücadeleleri sırasında bazı politik uygulamaların bazı kanunlar çıkarılarak değiştirilmesiyle ayrı bir memuriyet halini aldı. Praetor başlangıçta bir yıl görev yapmak üzere seçilen ve konsüller çeşitli sebeplerle Roma dışında bulunduğu sırada yönetimi üstlenen görevlilerdi. Gerekli görüldüğü takdirde ordunun komutasını da üstlenebilirdi. Bu yetkililer genellikle şehirde bulundukları için kamuyla ilgili meselelere bakarlar, vatandaşlar arasında çıkan çeşitli anlaşmazlıklar hakkında hüküm verirdi. Bu yönleri bakımından Roma hukukunun gelişmesinde önemli bir rolleri olmuştur.

Yeni rejimle birlikte halkın tüm kesimleri Comitia Centuriata gibi kurumlarda temsil ediliyor ve devlet işlerinde ve hukuki uygulamalarda böylelikle tüm kesimler yer alabiliyordu, fakat Comitia’nın aldığı kararlar aristokratların tekelindeki Senatus’un (Senato) onayından geçmek zorundaydı. Bir başka sorun ise yüksek memurlukların durumuydu. Kralın kovulmasının ardından önde gelen aileler memurlukları kendi tekellerine almaya çalışıyorlardı. Bu memurlukların ve meclislerin sorumlulukları da bir başka çatışma hususuydu. Patricii yani aristokratlar bir cepheyi oluştururken, pleb olarak adlandırılan ve aristokratların dışındaki halk kesimi olarak tarif edebileceğimiz unsur da karşı cepheyi meydana getiriyordu. Romalı aristokratlar devletin yönetimindeki üstünlüklerini korumayı amaçlıyordu. Aristokratlar dışında özgür halkın diğer kesimlerinin çoğu pleb sınıfını oluşturmaktaydı. Bu nedenle aristokratlardan nüfus bakımından çok daha fazlaydılar. Büyük bir kesiminin fakir olduğu düşünülebilir. Fakat bunun yanında bazı varlıklı mensupları da bulunmaktaydı.[23] Bu yıllarda, tribünler ve senatörler giderek yakınlaştılar. Senato arzuladığı amaçlarına ulaşmak için pleb makamlarını kullanma gerekliliğini fark etti.[24] Tribünleri kazanmak için, senatörler tribünlere büyük oranda güç verdiler ve tribünler de kendilerini Senato'ya karşı sorumlu hissetmeye başladılar. Tribünler ve senatörler birbirine yaklaştıkça zamanla, tribünlük daha yüksek makamlara bir sıçrama tahtası durumuna geldi.[25]

376 ve 367 yılları arasında, pleblerin tribünu konumundaki Gaius Licinius Stolo ve Lucius Sextius Lateranus, Lex Licinia Sextia olarak bilinen bir dizi yasa tasarısı öne sürdü. Bu yasalar, kredilerin faiz oranında bir sınır ve arazinin özel mülkiyeti üzerinde bir kısıtlama ön görmekte ve particiilerin ekonomik üstünlüğünü kırmaktaydı. En önemli yasa tasarısı ise pleblere konsülosluk yolunu açmaktaydı. Oysaki, eğer iyi tanınan bir siyasetçi ailesinden değilse bir plebin Senato'ya girmesi zordu. Patriciler tarafından kontrol edilen diğer tribünler yasaları veto ettiler, ancak Stolo ve Lateranus 367'de, on beş rahipten oluşan ve beşinin pleb olması gereken bir tasarı daha sundular. Böylece nedenle patriciilerin rahipler üzerindeki tekelini kırdılar. Son olarak krizin çözümü, tribünlere yönelik taviz veren diktatör Marcus Furius Camillus'tan geldi. Yasaları kabul etti. Lateranus 366'da pleb kökenli ilk konsül oldu onu 361 yılında Stolo takip etti.[26][27][28][28][29][30][31]

Roma'nın İtalya'ya yayılışı (MÖ 343–282)

Roma'nın İtalya'da yayılışını gösteren harita.

Romalılar, Keltler tarafından yağmalanmanın etkilerini üstlerinden şaşırtıcı bir hızla attıktan sonra İtalya içerisindeki gelişimlerini hızla sürdürdüler.[32] Oldukça saldırgan ve önemli askeri kaynaklara, ayrıca savaşçı bir üne sahip Samnit konfederasyonu Orta İtalya’nın en büyük gücüydü. Roma ve Samnit’lerin güçleri birbirine çok yakın olduğu için İtalya’nın en büyük gücü olma mücadelesi bu iki unsur arasında yaşandı. MÖ 343 ile 341 arasında yapılan Birinci Samnit Savaşında Romalılar Samnitleri iki muharebede yendiler; ancak çatışmayı sürdüremeden Latin vasallarının ayaklanmasından ötürü savaştan çekilmek zorunda kaldılar.[33][34] Roma, Latinleri Vesuvius Muharebesi'nde yendikten sonra Latin kentleri Roma yönetimine boyun eğmek zorunda kaldı.[34][35] Bu savaşlar sonunda Latin şehirleri bağımsızlıklarını kaybederek Roma’ya tabi oldular. Vatandaşları Roma vatandaşı, toprakları da Roma toprağı oldu. Bu şehirler iç işlerinde kısmen bağımsızlarken savaş ve barış meselelerinde Roma’ya bağlıydılar. Bu şehirlerde yaşayanlar ihtiyaç halinde Roma ordusunda görev yapmakla yükümlüydüler. Hatta Roma’da olmaları durumunda bu kişiler meclislerde oy dahi kullanabilmekteydi. Bu yönetim sistemine municipium denmektedir. Bu genel sisteme uymayan yapılar da bulunur. Örneğin Capua şehrinde yaşayanlar Roma’da bulunsalar dahi meclislerde oy kullanma hakkına sahip değillerdi. Yani Capua şehri bir municipium’du, fakat yaşayanlarının oy hakkı bulunmuyordu[33][34][34][35]

MÖ 327 ile MÖ 304 arasındaki İkinci Samnit Savaşı hem Romalılar hem de Samnitler için çok daha uzun ve ciddi bir olaydı.[36] Süreç boyunca üstünlük iki taraf arasında gidip geldi. Ardından Romalılar Bovianum Muharebesi'nde üstün geldiler. MÖ 314'ten başlayarak şartların etkili bir biçimde Samnitlerin aleyhine dönmesi kötü koşullarda bir barış istemelerine yol açtı. MÖ 304'e gelindiğinde, Romalılar Samnit bölgesinin büyük bir parçasını topraklarına katarak birkaç koloni kurmuşlardı. Yenilgilerinden yedi yıl sonra, bölgedeki Roma egemenliği güven verici bir konumdayken, Samnitler yeniden harekete geçti ve MÖ 298'de bir Roma ordusunu yenerek Üçüncü Samnit Savaşı'nı başlattılar. Üçüncü Samnit Savaşı İtalya’nın liderinin kim olacağını belirleyen mücadele oldu. Roma’nın MÖ 295 yılında Umbria’da Samnitler, Umbrialılar ve Gallialıların oluşturduğu ittifak karşısında galip geldi. Roma’nın aldığı bu başarının ardından MÖ 290 yılında Roma Sabinleri oy kullanma hakkı olmayan vatandaş haline getirdi. MÖ 280 ve 270’lerde Etruria ve Umbria’daki pek çok şehir Roma’ya bağlı hale geldi. MÖ 282'deki Populonia Muharebesi'nde Roma, bölgedeki Etrüsk gücünün son kalıntılarını da ortadan kaldırdı.[37]

Piros Savaşı (MÖ 280–275)

Epirli Piros'un Yolu
Epirli Piros'un Herculaneum'daki Villa of the Papyri'de bulunan ve şu an Napoli Arkeoloji Müzesinde sergilenen büstü

Üçüncü yüzyılın başlarına gelindiğinde, Roma İtalya Yarımadası'na büyük bir güç olarak yerleşmişti; ancak Akdeniz Havzası'nda daha çatışmaya girmemiş olduğu o zamanın baskın askerî güçleri de vardı: Kartaca ve Yunan krallıkları.[38][39]

Roma ve bir Yunan kolonisi arasındaki diplomatik bir anlaşmazlık[40] bir deniz karşılaşmasında açık bir savaşa dönüşünce; Yunan kolonisi, kuzeybatıdaki Yunan krallığı Epir'in hükümdarı Piros'tan yardım istedi. Kişisel bir askeri başarı arzusuyla heveslenen Piros, MÖ 280'de 25.000 adamdan oluşan bir Yunan ordusuyla İtalya topraklarına ayak bastı.

İlk baştaki yengilerine karşın, Piros İtalya'daki konumunu çürük buldu. Roma ordusu İtalya'da kaldığı sürece Piros ile görüşmeyi reddetti.[41] Roma ordusuyla her bir karşılaşmasında kabul edilemeyecek kertede ağır kayıplarla yüzleşen Piros yarımadadan çekildi. MÖ 275'te, Piros Roma ordusuyla Beneventum Muharebesi'nde yeniden karşılaştı. Beneventum kuşkuluyken, Piros ordusunun yıllarca yabancı seferlerde tükenmiş ve azalmış olduğunu fark edip daha fazla kazanç için çok az umut görünce, İtalya'dan büsbütün çekildi.

Piros ile çatışmaların Roma üzerinde büyük bir etkisi olacaktı. Roma Akdeniz'in baskın askerî güçlerine karşı başarıyla rakip olmayı becerebildiğini ve Yunan krallıklarının da İtalya'da ve yurtdışındaki kolonilerini savunmayı beceremediklerini göstermişti. Roma hızla Güney İtalya'ya hareket ederek Yunan kolonilerini zaptetti ve böldü.[42] Artık, Roma etkin bir biçimde İtalya Yarımadası'na egemendi[43] ve uluslararası bir askeri saygınlık kazanmıştı.[44]

Orta Cumhuriyet (MÖ 274–148)

Bu dönemde önemli siyasal değişiklikler olmayacaktı.[45] Bu devrin önemli yasaları hala Senato tarafından çıkarılıyordu.[46] Aslında, plebler ellerindeki güçten hoşnuttular; ancak onu kullanmaya önem vermediler. Bu devirde Senato üstündü; çünkü askeri siyaset egemendi.[47] Bu, Roma Cumhuriyeti'nin askeri anlamda en etkin devriydi. Bu devrin son on yıllarında pek çok pleb için ekonomik durumda bir kötüleşme görüldü. Uzun askeri seferler yurttaşları savaşmaları için çiftliklerinden ayrılmaya va bakımsız kalmış çiftliklere dönmeye zorluyordu. Toprak sahibi aristokrasi, batkın yurttaşlardan çiftliklerini indirimli bedellerle alıyordu. Emtia fiyatları düştükçe, pek çok çiftçi çiftliğinden bir kazanç sağlayamadı.[48] Sonuç, sayısız çiftçinin büyük iflasıydı. İşsiz pleb yığınları kısa zamanda Roma'ya ve böylece de yasayıcı kurulların rütbelerine akın etti. Ekonomik durumları, kendilerine en çoğunu sunan adaylara oy vermelerine neden oldu. Refah için halkçı herhangi bir önderi umacak yeni bir bağımlılık kültürü doğuyordu.[49]

Pön Savaşları (MÖ 264–146)

II. Pön Savaşı alanı. Roma(kırmızı), Hannibal(yeşil)

Kartaca Savaşları aynı zamanda Latince Fenikeli anlamına gelen punicus sözcüğünün batı dillerine yansıyan haliyle Pön Savaşları olarak da bilinir. MÖ 3. yüzyıl Roma tarihinin en önemli olaylarıdır. Kartaca Kuzey Afrika’nın en önemli Fenike kolonisiydi. Zamanla Kuzey Afrika’daki diğer şehirleri kontrol altına alarak burada hâkim güç olarak ön plana çıktı. Birinci Pön Savaşı, Sicilya'daki yerleşimlerin iç anlaşmazlıklarını çözmek için aralarında kaldıkları iki güç olan Roma ve Kartaca'dan yardım istemeye başladıkları MÖ 264 yılında başladı. İlk zamanlarda savaşta Sicilya'da kara muharebeleri görüldü; ancak olaylar kendisini Sicilya ve Afrika çevresindeki deniz muharebelerine bıraktı. Birinci Pön Savaşı'ndan önce Roma donanması yok denecek denli küçüktü. Büyük bir deniz gücü olan Kartaca'ya karşı Sicilya'daki yeni savaş[50] Roma'yı hızla bir filo kurmak ve denizci eğitmek zorunda bıraktı.[51] İlk birkaç deniz muharebesi Roma için felaket boyutundaydı. Yine de, daha fazla denizci eğittikten ve bir kanca makinesi türettikten sonra,[52] bir Romalı donanma gücü Kartacalı bir filoyu yenebilir duruma gelmişti, bunu ardından daha fazla donanma yengisi izledi.[53] Bunun üzerine Kartacalılar ordularını yeniden örgütleyecek ve onlara önderlik edecek Spartalı bir paralı asker generali olan Kartacalı Zantipos'u tuttular.[54] O da Kartaca'nın denizdeki üstünlüğünü yeniden kurarak Roma ordusunu temelinden koparmayı başardı. Ancak yeni keşfettikleri donanma yetenekleriyle Romalılar, bunun ardından Aegetes Adaları Muharebesi'ndeki deniz muharebesinde Kartacalıları yeniden yenerek Kartaca'yı bir filodan ya da bir tane kuracak yeterli paradan yoksun bıraktılar. Roma Sicilya’da yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirerek MÖ 241 yılında savaşı bitirme noktasına geldi. Bu tarihte iki taraf arasında yapılan barış anlaşmasıyla Kartacalılar Sicilya’daki birliklerini geri çekerek adayı boşaltmayı ve Roma’ya ağır bir savaş tazminatı ödemeyi kabul ettiler. Fakat düşmanlık burada son bulmadı; Kartaca uzun yıllar kendisi için mücadele veren paralı askerlere olan borcunu ödeyemeyince ordu Kuzey Afrika’da bir isyan çıkardı. Bu isyan kısa sürede Kartaca’nın müttefiklerine de sıçradı. Roma da bu fırsattan istifade edip daha önce yapılan antlaşmaları hiçe sayarak Kartaca’yı stratejik önemi haiz Sardinya adasını boşaltmaya zorladı. İsyanlarla mücadele etmek zorunda olan Kartacalılar da buna mecbur oldular. Birinci Pön Savaşıyla birlikte Roma İtalya dışındaki konumunu da güçlendirmiş ve aynı zamanda İtalya dışında ilk topraklarını da kazanmıştır. MÖ 227 yılında alınan kararların ardından Roma, Sicilya, Sardinia ve Korsica’da daimi bir ordu ve komutan bulundurmaya başladı. Bu tarihten itibaren yıllık olarak seçilen praetor sayısı ikiden dörde yükseltilerek bunlardan biri Sicilya’ya, bir diğeri de Sardinia ve Korsika’ya vali olarak atandılar. Sicilya adası MÖ 241 yılında provincia, yani eyalet haline getirildi. Bu kararlarla birlikte Sicilya ve MÖ 238 yılında eyalet ilan edilen diğer topraklar Sardinia ve Korsika’nın yönetimi kalıcı ordularla desteklenmeye başladı.

Scipio Africanus

MÖ 225 yılında kuzeyde yaşayan Galyalıların Orta İtalya’yı İstila etmesi Romalıların dikkatini bu bölgeye vermesini gerektirdi. Roma Galyalılarla mücadele ederken diğer taraftan da Kartacalılarla uğraşmak istemediğinden onlarla bir antlaşma yapma yoluna gittiler. Kartaca’nın Sicilya’da görev yapan generallerinden Hamilcar Barca 237 yılında İspanya’ya giderek burada öldüğü tarih olan 229 yılına kadar askerî operasyonlar yapmış, bölgedeki Kartaca nüfuzunu güçlendirmişti. Ölümünün ardından önce damadı Hasdrubal, ardından da 221 yılında oğlu Hannibal Barca yerine geçerek bu operasyonları yürüttü. Kartaca’nın yeniden güçlenmesi de İkinci Pön Savaşı olarak bilinen yeni bir Roma-Kartaca mücadelesini getirmiştir. Kartacalılar beklenmedik bir şekilde, MÖ 218 yılında Hannibal önderliğinde Roma’nın himayesi altında bulunan Saguntum kentini kuşatarak ele geçirdi ve bunun üzerine savaş başlamış oldu.[55][56] Hannibal bununla da kalmayarak ordusuyla birlikte Alpleri aşarak İtalya’ya yürüdü ve MÖ 218 yılının Aralık ayında karşısına çıkan bir Roma ordusunu yok etti. Ertesi yıl MÖ 217’de Hannibal Trasimene gölü yakınlarındaki bir düzlükte büyük bir Roma ordusunu yine ağır bir yenilgiye uğrattı. Roma bu kritik tarihte dictator makamına yetkili atayarak tüm egemenliği bir kişide toplamayı seçti; dictator olarak görev yapacak isim daha önce iki kez konsul’lük yapmış olan Quintus Fabius Maximus’tu. Maximus, Hannibal’ın ordusuyla doğrudan karşılaşmak yerine avantajı tamamen elinde bulundurana kadar onu vurkaç taktiğiyle yıpratmayı denedi. Fakat stratejisi Roma’da destek görmedi ve 216 yılında göreve gelen iki yeni konsül bu stratejiyi terk ederek büyük bir ordu toplayıp Hannibal’ın yakıp yıktığı Apulia’ya doğru yola çıktı. Hannibal da ordusunun rahatlıkla manevra yapabileceği Cannae düzlüklerine çekildi. Roma, MÖ 216 yılında gerçekleşen Cannae Muharebesi'nde öyle büyük bir yenilgi aldı ki, Roma ordusu en az 50 bin kayıp verirken konsül’lerden biri hayatını kaybetti, ordunun sağ kalan kısmı ise pek az bir kısmı hariç olmak üzere esir edildi. Müttefiklerle beraber yaklaşık 80 bin kişilik Roma kuvveti Hannibal’ın 50 bin olduğu söylenen ordusu karşısında alınan bu ağır yenilgi sonraki dönemlerde yaşayan Romalılar için, Romalı tarihçilerin kitaplarında ibret alınması gereken bir örnek olarak gösterildi.

Bu arada Hannibal'ın erkek kardeşi Asdrubal Barka Alplerden İtalya'ya geçmenin ve ikinci bir orduyla kardeşine katılmanın yolunu aradı. Asdrubal yalnızca Metaurus Irmağı'ndaki kesin yenilgiyle İtalya'ya geçmeyi başardı.[57] Hannibal'ın kendisini İtalya toprağında yenemeyen Romalılar, Kartaca başkentinin gözünü korkutma niyetiyle cesur bir biçimde Scipio Africanus'un komutası altında Afrika'ya bir ordu gönderdi. Hannibal Afrika'ya geri çağrıldı. MÖ 202 yılında gerçekleşen Zama Muharebesi'nde Scipio’nun zaferinden sonra savaş, Kartaca Senatosunun ateşkes önerisiyle sona erer. Kartaca’ya dayatılan barış koşulları o kadar ağırdı ki Kartaca İkinci Pön Savaşı'ndan sonra toparlanmayı asla başaramadı[58] ve bunu izleyen Üçüncü Pön Savaşı Kartaca kentini yerle bir etmek için gerçekte yalın bir cezalandırma göreviydi.[59] Kartaca neredeyse savunmasızdı ve kuşatıldığında hemen teslim olarak bir dizi acımasız Roma isteğini kabul etti.[60] Romalılar teslimiyeti reddetti ve kent kısa bir kuşatmanın ardından kıyamete uğrayarak büsbütün yıkıldı. En sonunda, Kartaca'nın Kuzey Afrika ve İspanya'daki bölgelerinin hepsi Roma tarafından ele geçirilmişti.

Makedon Savaşları ve Yunanistan'da hakimiyetin sağlanması (MÖ 215–148)

Yak. MÖ 200'de Makedonya ve Ege Denizi etrafındaki ülkeler

Roma'nın Kartaca savaşıyla oyalanması, Yunanistan Yarımadası'nın kuzeyinde yer alan Makedonya'nın Kralı V. Philippos'a, gücünü batıya doğru yönlendirmesi için bir fırsat sağladı. Philippos, Roma ortak düşmanları olduğundan, bir ittifak kurmak için Hanibal'ın ordugahına elçiler gönderdi.[61][62] Ne var ki Roma, Philippos'un temsilcileri bir Roma filosunca ele geçirildiğinde anlaşmayı keşfetti.[61] Bu dönemde Romalılar Adriyatiğin doğusunda herhangi bir toprağa sahip değildi, ancak kıyı bölgesinde çeşitli müttefiklere sahiplerdi ve bu müttefikler Philippos'un ilk hedefi olacaktı. Romalılar için bölgede müttefik olarak kullanılabilecek yegane devlet Yunanistan'daki Aetolia Birliğiydi. Bunun üzerine Marcus Valerius Laevinus, donanmasıyla Aetolia'yı ziyaret ettiğinde tarihte bir ilk gerçekleştirmiş, bir Roma gemisi ilk kez bir Yunan limanına yanaşmıştı. Aetolia ile görüşen Laevinus müttefiklik antlaşması imzaladı. Romalılar bu savaşta destek olarak 25 kadırga sağlamayı kabul ederken, Aetolia kara ordusu kısmıyla ilgilenecekti. Birinci Makedonya Savaşı'nda Romalıların yalnızca doğrudan sınırlı toprak saldırılarında bulundukları görüldü. MÖ. 205 yılında varılan barış ile bu raddede Roma için savaş amacına ulaşmıştı, Hannibal İtalya'da tehlike oluştururken Aetolia Birliği, Philippos'u İlirya'dan uzak tutmuştu. Makedonya Kralı Philippos, Yunan topraklarındaki üstünlüğünü göstermişti. Romalılar ise Makedonların İlirya ve hatta İtalya'ya çıkmasını engellemişti. Ancak bu barış uzun süreli bir barış olmayacak, sadece 5 sene sonra İkinci Makedonya Savaşı patlak verecekti.

Makedonya MÖ 200'de Yunan kent devletlerince hak öne sürülen bölgelere saldırmaya başlayınca, bu devletler de yeni buldukları bağlaşıkları Roma'dan yardım diledi. Roma’nın müttefiki Pergamon Kralı I. Attalos, Yunan kent devletleriyle ağız birliği yaparak Roma’yı Yunanistan’a bir harekât düzenlemesi için göreve çağırdı. Makedonya’nın daha önce Hannibal’le ittifak yapmasından zaten rahatsız olan Romalılar bu isteği geri çevirmeyerek Makedonya’yla yeni bir mücadeleye girdi. Roma, Philippos'a Makedonya'yı aslen bir Roma eyaletine dönüştürmesi yönünde bir muhtıra verdi. Philippos bunu reddedince Roma Philippos'a savaş açtı.[63] Roma ordusunun başında bulunan MÖ 198 yılı konsul’ü ve ardından birkaç dönemdir prokonsül olan Titus Quinctius Flamininus, Philippos’un ordusunu MÖ 197 yılında Kinosefalya Muharebesi'nde yenilgiye uğrattı.[64] İkinci Makedonya Savaşı, birincisiyle kıyaslandığında Yunan dünyasında çok daha geniş kapsamlı bir etki yarattı. Savaşın bir yıl ardından yapılan barış antlaşmasına göre Makedonya Yunan kent devletlerindeki garnizonlarını geri çekmeyi kabul ediyor, donanmasının büyük bir kısmını lağvediyor ve Roma’ya yüklü bir savaş tazminatı ödemek mecburiyetinde kalıyordu. Bu savaşın ardından Roma bölgede lider konumuna yükselerek en önemli güç haline gelmiştir.

Makedonya Krallığının gücünü kırdıktan sonra Roma artık dikkatini doğudaki Yunan krallıklarından birine, Selevkos İmparatorluğu'na, yöneltmişti. Seleukos kralı III. Antiokhos MÖ 223 yılında tahta geçtikten sonra krallığı eski gücüne kavuşturmak için peşpeşe başarılı girişimlerde bulunmuş ve Anadolu’da daha önce krallığın elinde bulundurduğu topraklarda, yani Batı Anadolu’nun büyük bir kısmında yeniden hâkim olmuştu. Anadolu’daki hâkimiyetini güçlendirmesinin ardından kuvvetlerini Balkan yarımadasının güneydoğusuna yöneltti ve Roma’nın uyarılarına rağmen burada ilerlemekten geri durmadı. Bunun üzerine Roma, MÖ 191 yılında Antiokhos’a karşı bölgeye askerî birlik yollayarak Selevkosları, Thermopylae Muharebesi'nde ağır bir yenilgiye uğratarak onları Yunanistan'ı boşaltarak Anadolu’ya geri çekilmek zorunda bıraktı.[65] Roma bununla da yetinmeyerek Antiokhos’u Anadolu’ya kadar takip etti ve Pergamon Krallığı ve diğer önemli müttefiki Rhodos kuvvetleriyle güçlerini birleştirerek MÖ 190 yılında Magnesia'da (bugünkü Manisa) Antiokhos’un ordusunu tekrar mağlup etti. Tarihe Magnesia Savaşı olarak geçen bu mücadelenin ardından 188 yılında imzalanan Apameia barışıyla Antiokhos, Batı Anadolu ve Ege adalarından Torosların doğusuna çekilmek zorunda kaldı. Aynı zamanda donanmasının büyük bir kısmını Roma’ya devretti ve ağır bir savaş tazminatı ödemekle yükümlü tutuldu. Batı Anadolu’da sahip olduğu topraklar Roma’nın yerel müttefikleri olan Pergamon Krallığı ve Rhodos Ada devleti arasında paylaştırıldı.[65][66]

MÖ 146'da Yunanistan'ın fethinin gerçekleştiği Korinth Savaşı, 1870 yılında Tony Rober-Fleury tarafından yapılan Korinth'te Son Gün adlı tablo.

MÖ 179'da, Makedonya Kralı Philippos ölünce[67] yetenekli ve açgözlü oğlu Perseus, tahtını aldı ve Yunanistan'a yeni bir ilgi gösterdi.[68] Roma da, Üçüncü Makedonya Savaşı olarak bilinen savaşı başlatarak Makedonya'ya savaş açtı. Perseus'un başlangıçta Romalılara karşı babasından daha büyük askeri başarıları vardı. Ancak Lucius Aemilius Paullus, MÖ 22 Haziran 168'de Pidna Muharebesi'nde Perseus'u yendi.[67][69] Makedonya ordusu 25,000 asker civarında zayiat verdi. Perseus muharebenin ordusu aleyhinde geliştiğini görünce Makendoya ordusunun sağ kanadında bulunan süvariler ile birlikte kaçtı. Fakat sonra Romalı komutan Lucius Aemilius Paullus'a teslim oldu. Perseus zincirlenmiş olarak Roma'ya götürüldü ve Paulus için Roma'da düzenlenen geleneksel Zafer Alayı'na zincirlenmiş olarak halka gösterildi. Sonra Roma'da tutuklandı.[70] Bu zaferin ardından Makedonya dört farklı bölgeye ayrılarak buralarda ayrı ayrı cumhuriyet yönetimleri oluşturuldu. Kralın şahsına ait topraklar ve madenler ise Roma malı ilan edildi.

MÖ 150’lere kadar durum çok fazla değişmeden devam etmiş, bu tarihlerde bölgede Makedon krallarının soyundan geldiğini iddia eden Andriskos adlı kişinin Roma hâkimiyetine karşı ayaklanması sonucu iki yıl süren mücadelenin ardından Romalı komutan Quinctus Caecilius Metellus, Andriskos’la karşılaşarak onu mağlup etmiş ve bölgede Roma hâkimiyetini yeniden tesis etmiştir. MÖ 146'da Roma Makedonya’yı doğrudan idare etme yoluna giderek burayı bir Roma eyaleti haline getirmiştir (Provincia Macedonia).

Makedonya Krallığının Roma tarafından ortadan kaldırılmasına cevap olarak, MÖ 146'da Yunanistan'daki Achaea Birliği Roma'ya karşı bir savaş için seferber oldu. Bu bazen Achaean Savaşı olarak anılır ve Makedonya'nın düşüşünden hemen sonrasına tarihlenir. Achaea Birliği liderleri, Roma'nın çok daha güçlü ve daha büyük rakiplerine karşı zafer kazandığı için Roma'ya karşı bu savaş ilanının umutsuz olduğunu neredeyse kesinlikle biliyorlardı. Roma lejyonu Makedon falanksına üstünlüğünü kanıtlamıştı. Achaea Birliği hızla yenildi ve bir ders olarak Roma, Kartaca'nın yıkıldığı yıl olan MÖ 146'da Roma ordusu Korinth'i MÖ 146'da ele geçirdi ve tamamen yerle bir etti. Ve böylece Yunanistan'ın fethini tamamladı.[71] Bölgede iç istikrarsızlığa ve savaşa yol açan yaklaşık bir asırlık sürekli kriz yönetiminden sonra, Roma Makedonya eyaletini bölerek, Mora yarım adasında Achaea ve Adriyatik kıyısında Epir olmak üzere iki yeni Roma vilayeti oluşturacaktı.

Geç Cumhuriyet (MÖ 147–30)

Gracchuslar

Gaius Gracchus, halk tribünü, Pleb Konseyi'ne başkanlık ederken

MÖ. 2.yüzyıla gelindiğinde köylüler giderek yoksullaşmış ve borçlanmıştı. Köylü sınıfının kötüleşmesi toplumun diğer kesimlerini de etkiliyordu. Köylünün durumunu düzeltmek iddiası yine aristokratlardan geldi. Köylünün durumunu düzeltmek için ortaya çıkan ve soylu bir Roma ailesinden gelen Tiberius Gracchus, MÖ. 133'te pleb tribunus seçildi. Tiberius Gracchus, Roma'nın İtalya'da ele geçirmiş olduğu toprakların kullanımına ilişkin bir kanun tasarısı hazırladı. Geniş arazilerden oluşan bu topraklar ihtiyacı olan köylülere veya çiftçilikle uğraşanlara dağıtılmalıydı. Her yurttaşın sahip olacağı kamuya ait toprağa sınırlama getirilecek ve böylece elde edilecek topraklar ihtiyacı olanlara dağıtılacaktı. Aristokratlar, kesinlikle büyük miktarda para yitireceklerdi. Senatörlerin kamu arazilerindeki kendi yatırımlarına bir tehdit olarak gördükleri bu tasarıyı kabul etmeleri mümkün değildi. Bu öneriye kesinlikle karşılardı. Tiberius bu yasayı senatonun görüşüne sunmadan doğrudan pleb konseyi'ne sundu; ancak yasa daha muhafazakar bir yapıya sahip olan sanatonun müdahalesiyle Marcus Octavius adlı bir pleb tribunus tarafından veto edildi. Tiberius ya bu yasayı geri çekecekti ya da başka bir tasarı sunacaktı. Bunun üzerine, Marcus Octavius'un halkın menfaatini gözetmediği için görevden alınmasını öngören yeni bir teklif getirdi. Böylece Marcus Octavius görevden alındı. Yeni pleb tribunus tasarıya olumlu bakınca tasarı senatodan geçti.

Tiberius'un tasarısının yasallaşması köylü sınıfında geçici bir rahatlama sağladı. Ancak yeterli maddi kaynakları olmayan köylüler kendilerine dağıtılan toprakları işlemekte ve ürün almada sıkıntıya düştüler. Tam bu sıkıntılı dönemde MÖ. 133'te Pergamon Kralı III. Attalos ölmüş ve Pergamon topraklarını vasiyetiyle Roma'ya bırakmıştı. Bunun üzerine Tiberius, Pergamon topraklarının Roma tarafından ilhak edilmesi ve krallığın servetinin Romalı köylülerin durumunun iyileştirilmesi için kullanılmasını öngören bir yasa tasarısı teklif etti ve bu tasarı kabul edildi. Ancak bu teklif büyük tepki gördü. Tiberius, görevinin sona ermesinden sonra hesap sorulacağı konusunda tehdit edildi. Çünkü devlete ait toprakların tasarrufu gibi temel konular senatonun işiydi. Nitekim Tiberius'un görev sona erince, aleyhinde kampanya arttı. Tiberius ertesi yılın pleb tribunusluğuna aday olduğunu açıklasa da Pontifex Maximusun(baş rahip) başı çektiği bir karşı hareket sırasındaki izdihamda kendisi ve yandaşları senatörlerce öldürüldü. Ancak toprak reformu, yoksul köylülerin ayaklanmasından endişe edildiğinden uygulamadan hemen kaldırılmadı.[72] Yasası çıkarıldı; ancak Tiberius yeni tribünlük seçimlerine adaylığını koyarken öldürüldü. Tiberius'un ölümünden 9 sene sonra erkek kardeşi Gaius Gracchus MÖ 123'te tribün seçildi. Gaius'un en büyük amacı kardeşinin ortaya koyduğu reformlarının sürdürülebilmesi ve senato ile mücadele ederek Tiberius'un intikamını almaktı. Tiberius'un aksine Gaius iyi bir hatipti. Bu nedenle halkı etkileyebilecek bir güce sahipti. Gaius, pleb tribunusların görev süresi 1 yıl olmasına rağmen bir kanun değişikliği ile ertesi yıl da tribunus seçildi. Gaius'un ele aldığı ve çıkardığı yasalar şunlardı; toprak reformu yasasını tekrar harekete geçirerek halka ucuz buğday dağıtımını sağlamak, Asia Eyaleti'nin maddi kaynağının bir bölümünü tekrar Roma'ya kanalize etmek, mahkeme üyelerinin senato sınıfı yerine atlı sınıfından(equites) seçilmesi, yeni koloniler kurulması ve müttefiklere(İtaliklere) yurttaşlık hakkı verilmesiydi. Bunların hepsi çok önemli reformlardı ve senatoya rağmen yasalaşmışlardı. Ancak, müttefiklere de yurttaşlık hakkı verilmesi, aleyhte propaganda sonucu reddedilmişti. Senato ve atlı(equites) sınıfın yanı sıra kendi haklarını müttefiklerle paylaşmak istemeyen yurttaşların da tepkisini çeken Gaius, MÖ. 121 yılı tribunusluğuna seçilemedi. Senatonun verdiği yetkiyle Aventinus Tepesine sığınmış olan Gaius ve taraftarları öldürüldü. Çıkarılan bazı kanunlar devam ettirilmiş, toprak kanunu ile müttefiklere yurttaşlık hakkı öngörenler zamanla yürürlükten kaldırıldı. Halk meclisinin gücünü senatonun üstüne çıkartan Gracchus kardeşlerin öldürülmesinden sonra senato tekrar eski gücüne kavuştu. Ancak atlı sınıf ile senatörler bundan böyle iki ayrı kutupta yer almaya başladılar.[73][74]

Yugurta savaşı ve Marius reformları

Marius Reformları'nın başlatıcısı Gaius Marius'un büstü.

Çarpıcı politik yeteneklerden yoksun sıradan bir konuşmacı olan Gaius Marius, bunlara karşın yetenekli ve cesur bir askerdi. İlk olarak MÖ. 134 yılında Numantia seferinde Scipio Aemilianus'un ordusunda görev almış ve bu seferde çok büyük takdir toplamıştı. MÖ. 119'da soylu ailelerin desteği ile plebis tribünü seçildi. Bu görevdeyken seçim kanunu ve oy verme usulünde değişikliğe gidip aristokratların etkinliğini kırma girişiminde bulundu. Önerdiği yasa sayesinde oy verme işlemindeki baskıyı kırdı. Bu yasa tasarısının iptali için senatoya baskı yapan dönemin konsüllerini ise hapis cezasıyla tehdit ederek püskürttü. MÖ. 115'te aedilis olmak istese de başarılı olamadı ve rüşvetle pretör seçildi. Ertesi sene İspanya'da uzak bir eyaletin valiliğine atandı ve buradaki madenlerin işletilmesinden iyi kazanç elde etti. Aristokrat tabakaya yıllardır kinli olmasına neden olan onların arasına kabul edilmeme sorununa da yaptığı önemli bir evlilikle son verdi. Ünlü bir patrici ailesinin kızı olan Julia ile evlendi ki, Julia ünlü Jül Sezar'ın halasıydı.

Numidya kralı Yugurta'ya karşı olan savaşta Gaius Marius, imperium yetkisi alan konsül Quintus Metellus'un emrinde orduda subay olarak görev almıştı. Afrika'da Yugurta'nın taktiklerine karşı Metellus'un yetersizliği algısını Roma'da yaydı ve akabinde MÖ. 107'de konsül seçilerek ordu komutasını senato'dan elde eden Marius, tarihte Marius reformları olarak bilinen yeniliklere imza attı. Servet esasına göre zenginlerin askerlik yükümlülüğü vardır kanununu değiştirdi ve ordunun profesyonelleşme adımını attı. Alt tabaka kesime ordu yolu açılmıştı, ayrıca lejyonların tertibinde de düzenlemelere gitti. Güçlü bir komuta kademesi kurdu. Halk ve atlı(equestor) sınıftan büyük bir teveccüh görüyordu. Ardından Marius 105-4 yıllarında Numidya'yı istila etti ve bu süreçte Yugurta'yı ele geçirerek savaşı hızla sonuçlandırdı.[75] Romalılar MÖ 104 yılında Numidya'nın denetimi yeniden tamamen ellerine geçirmiş oldular. Numidya toprakları oldukça küçülmüştü. Romalılar kendilerine bağlı krallar aracılığıyla ülkeyi yönetmeyi sürdürdüler. Bu savaşın sonrasında Roma, çöl ve dağlardan oluşan doğal surlarına ulaştığından kıtadaki yayılışına hemen hemen tamamen son vererek Kuzey Afrika'daki son Pax Romana (Roma barışı) ortamını sağlamış oldu.[76][77] Afrika'daki bu cephe zaferle kapandı. Tüm zafer Marius'a aitti, zaferinin kutlandığı yıl ikinci kez konsül seçildi (MÖ. 104). MÖ. 104-102 yılları içinde kuzey bölgelerde Töton ve Cimbri kabilelerinden oluşan Cermen orduları terör estirmekteydi. Marius, imperium yetkisiyle donatılarak önce Tötonları bugünkü Fransa'nın Aix-en-province bölgesine denk düşen kesiminde karşılayıp bozguna uğrattı (MÖ. 102). Bir sene sonra MÖ. 102 yılının konsülü olan mevkidaşı Catulus'un başarısız olduğu görevi üstlendi ve Vercellae mevkiinde Cimbri kavmini bozguna uğrattı. MÖ. 104-100 arası dört yıl art arda konsül seçilerek Roma Tarihi'nde onulmaz etkiler bırakan Marius, cumhuriyet rejimini de geri dönülmez bir yola sokmuştur.

Sulla ve iç savaş
MÖ 56'da işlenmiş, bir yüzünde Tanrıça Diana'yı ve arkasında Romalı General Lucius Cornelius Sulla'yı gösteren bir Roma dinarı

Pontus Kralı Mitridates MÖ 120'den 63'e kadar Küçük Asya'da (bugünkü Türkiye) geniş bir krallık olan Pontus'un hükümdarıydı.[78] Mitridates krallığını genişletmeye çalışarak Roma'ya karşı çıktı[78] ve Roma'nın kendisi de savaş ve getirebileceği ganimetlerle saygınlık için eşit derecede istekli görünüyordu.[78][79] MÖ 88'de, Mitridates krallığında yaşayan 80.000 Romalının büyük çoğunluğunun öldürülmesini buyurdu.[80] Bu kırım Birinci Mitridates Savaşı'yla düşmanlık halinin başlaması için verilmiş resmi nedendi. MÖ 88'de Mitridates'i, bastırmak için bir Roma ordusu gönderildi. Ancak ordu yenildi. Marius'un eski questörlerinden biri olan Lucius Cornelius Sulla o yıl için konsül seçilmişti ve Senato tarafından Mitridates'le olan savaşa komuta etmesi emredildi. Sulla, Mitridates'i tamamen Yunanistan'dan dışarı attı; ancak ardından rakibi Gaius Marius tarafından ortaya atılan iç tehdidi yanıtlamak için İtalya'ya dönmek zorunda kaldı. Roma ve Pontus arasında barış yapıldı; ancak bu yalnızca geçici bir ara oldu. Bu yıllarda Gaius Marius nispeten köşesine çekilmişti. Dönemin tribünü Sulpicius Rufus, Mithridates'le savaşan Sulla yerine Populares partisinden Marius'u doğu'ya gönderme kararı aldı. Ancak aristokrat ("Optimates") partisinin bir üyesi olan Sulla, ordusunu İtalya'ya döndürdü ve Roma üzerine yürüdü. Sulla, Marius'un tribününe öyle kızmıştı ki tribünlüğü kalıcı olarak zayıflatmayı amaçlayan bir yasayı yürürlüğe koydu.[81] Ardından Mitridates'le olan savaşına döndü. Ancak Sulla gidince, Marius ve Lucius Cornelius Cinna'nın yönetimindeki Populares kısa zamanda kentin denetimini ele geçirdi. Populares kente egemen olduğu sırada, aynı makama gelmek için beklenen on yıllık aralık geleneğine uymadan Marius'u birkaç kez konsül seçtirerek göreneği hiçe saydılar. Seçilmemiş bireyleri magistra makamlarına getirerek ve halk yasalarının yerine magistra buyruklarını koyarak yerleşik oligarşiye karşı geldiler. Sulla kısa süre içinde Mitridates'le barış yaptı. İç kargaşa MÖ 82'nin başında iki iç savaşla en ağır durumuna ulaşmıştı. Roma kentinin tam da kapılarındaki Collina Kapısı Muharebesi'nde,[82] Sulla önderliğindeki bir Romalı ordusu bir Roma senatosu ordusunu alt ederek kente girdi. Sulla ve yandaşları Marius yandaşlarının çoğunu öldürdüler. Halkçı devrimlerin şiddetli varsaydığı sonuçlarını gözlemlemiş olan Sulla, doğal olarak tutucuydu. Bu itibarla, Senato'yu büyüterek aristokrasiyi güçlendirmekle uğraştı.[83] Sulla kendini diktatör yaptı, bir dizi anayasal yeniliği yürürlüğe soktu. Görevlerini tamamlandığında yapacağına söz verdiği gibi Sulla, güçlerini iade etti ve ailesiyle birlikte olmak için Napoli'ye bağlı Pozzuoli yakınındaki villasına çekildi. Aktrisler, arpistler ve tiyatro insanlarıyla bir araya gelerek, gün boyunca içen Sulla, bu uzak mesafeden, Roma'daki günlük siyasi faaliyetlerin dışında kaldı ama yine de politikalarının dahil edildiği birkaç müdahalesi oldu.[84][85] Ardından MÖ 78'de öldü. Sulla'nın eylemleri Romalı birliklerin birbirlerine karşı savaş açarak en sonunda cumhuriyeti devirecek ve Roma İmparatorluğu'nun kurulmasına neden olacak bir dönüm noktası oluşturdu.

Köle savaşları
Spartaküs'ün heykeli

MÖ 135 ve MÖ 71 arasında Roma devletine karşı köle başkaldırılarını içeren üç "köle savaşı" gerçekleşti, üçüncü ve son başkaldırıysa sonuçta Gladyatör Spartaküs'un komutası altındaki 120.000[86] ve 150.000[87] arasında köleyi kapsadığından en ciddi olanıydı. İtalya'da yayılan ve artık rejimi tehdit eder hale gelen ayaklanmayı bastırmak için çare arayan Roma Senatosu isyanı bastırma görevini Marcus Licinius Crassus'a verir. MÖ 82 yılındaki iç savaş yıllarında Lucius Cornelius Sulla komutasında savaşmış olan Crassus birliklerinde sıkı hatta gaddar olarak nitelendirilebilen disiplin uygulamaları başlatır, uygulanmamakta olan desimasyon cezasını yürürlüğe koyar.[88][89] Crassus buna rağmen Spartaküs birlikleriyle savaşacak ve 6 bin köleyi öldürerek galip gelecektir. Crassus'un muzaffer lejyonları ardı ardına gelen galibiyetlerle Spartaküs birliklerini Messina yakınlarındaki Lucania bölgesine sürer. Plutarhos'a göre bu aşamada Spartaküs Kilikyalı korsanlarla görüşerek 2 bin kişiyi Sicilya'ya götürmeyi planlar. Spartaküs'ün amacı köle ayaklanmasını Sicilya'ya taşıyarak birliklerine destek kazanmaktır. Ancak korsanlar paraları alıp anlaşmadan vazgeçince köleler Sicilya'ya geçemez. Spartaküs ve beraberindekiler Rhegium'a geçerler. Crassus'un lejyonları takip ederek arazide çeşitli tahkimatlar kurarlar. Köleler iaşe kaynaklarından uzaklaşmış ve etrafı çevrilmiş durumda kalır.

MÖ 77'de Senato, Sulla'nın eski vekillerinden biri olan Gnaeus Pompeius Magnus'u ("Büyük Pompey") İspanya'daki bir başkaldırıyı bastırmaya göndermişti. Bu aşamada Pompey lejyonları Hispania'daki Quintus Sertorius isyanını bastırdıktan sonra İtalya'ya döner. Pompey birlikleri Senato'nun kararı uyarınca Roma'ya uğramadan doğrudan Crassus'un yardımına gider. Crassus artık isyanı tamamen bastırmazsa başarının yeni gelen komutanlara atfedileceğinden korkarak ilerler. Pompey'in yaklaştığını haber alan Spartaküs Crassus ile uzlaşmaya çalışır. Crassus reddedince Spartaküs birlikleri tahkimatlardan kurtularak Petelia'nın doğusundaki dağlık bölgeye kaçarlar. Lejyonlar ayaklanan kölelerin Gannicus ve Castus komutasındaki bir kısmını yakalayarak imha eder. Süren çatışmalarda Crassus lejyonları da kayıplara uğrar. Profesyonel bir silahlı kuvvet olmayan köle ordusu artık dayanmanın sınırına gelmiştir. Artık daha fazla geri çekilmek istemeyen savaşçılar düzensiz bir şekilde Romalılara saldırıyordur. Disiplinin erimekte olduğunu göre Spartaküs geri çekilmeyi durdurarak düşmana cepheden tüm gücüyle saldırır. Siler Nehri Muharebesi olarak bilinen muharebede Spartaküs birlikleri tamamen kırılır. Ordunun neredeyse tamamı savaş meydanında hayatını kaybederken cesedi bulunmayan Spartaküs'e ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Savaş meydanında ölmeyip ele geçirilen savaş esirleri Roma ile Capua arasındaki Appian Yolu boyunca çarmıha gerilir. Fakat Pompey birlikleri doğrudan muharebelere katılmasa da köle ordusunun kılıç artıklarını ele geçirdiği için zaferde önemli payı olduğunu iddia ederek Crassus'un tepkisini çekecektir. Pompeius ve Crassus Populares partisini Sulla'nın anayasasına şiddetle saldırırken buldular.[90] Populares partisi ile bir antlaşma düzenlemeye giriştiler. Antlaşmaya göre eğer hem Pompeius hem de Crassus MÖ 70'te konsül seçilirlerse, Sulla'nın anayasasının çirkin öğelerini yürürlükten kaldıracaklardı. İkisi de kısa süre içinde seçildi ve hızla Sulla'nın anayasasının büyük bir kısmını yürürlükten kaldırdılar.[91]

Pompey'in Akdeniz Korsanları ile Mücadelesi

Korsanların MÖ 86'da Güney İtalya'da Brindisi açıklarında bir Roma filosunu yenilgiye uğratması ve MÖ 75'te o zamanlar genç bir delikanlı olan Gaius Iulius Caesar Milet'in güneyinde Bulamaç Adası'nda korsanlar tarafından esir alınması, korsan tehdidinin ulaştığı boyutu göstermek açısından önemli örneklerdir. Caesar, sonraları bir fidye sonucu serbest bırakılmış ve korsanlara karşı mücadeleye girişmiştir. MÖ 67'de Roma'nın tahıl kaynağı olan Mısır ile ilişkisini kesen korsanlar, Güney İtalya şehirlerine sık sık baskınlar düzenlemeye başlamışlardır.

MÖ 67 yılında Roma Senatosu Gnaeus Pompey Magnus’a askeri diktatörlüğün yanı sıra “lex gabinia de pirates persequendis” kanunuyla oldukça geniş haklar vermiştir. Roma Senatosu Pompey’e seferi için 6.000 talantalık oldukça büyük bir bütçe, 500 gemiden oluşan bir filo, 120.000 asker vermenin dışında denizden 80 km iç kesimlere kadar olan bölgelerden asker toplama, Roma adına vergi koymak gibi yetkilerle donatmıştır. Oluşturulan bu ordu ve bütçe günümüzdeki ortalama bir devletin yıllık askeri harcamasının ve asker sayısının üzerindedir. Bu durumda Roma Senatosu’nun korsanlık tehlikesini ne kadar ciddiye aldığını ve bu sorunun çözülmesi için harcadığı gayreti göstermesi bakımından önemlidir. Gnaeus Pompey Magnus gerçekten de kırk günden az bir sürede Batı ve Orta Akdeniz’i korsanlardan temizlemiş ve deniz güvenliğini sağlamayı başarmıştır. Bu başarısını Roma donanması küçük gruplara bölerek Akdeniz'de farklı stratejik yerlere yerleştirmesine borçludur. Limanı ablukaya aldıktan sonra lejyonlar karadan saldırarak korsanları yok etmekteydi. Bu esnada kaçmaya çalışan korsanlar da denizdeki donanma tarafından saf dışı bırakılmaktaydı. Kilikya korsanlarının merkezi kabul edilebilecek bugünkü Alanya'da bulunan Korakesion da, böylesi bir strateji ile Pompey tarafından fethedilerek Akdeniz'deki büyük korsan ağları ağır bir zarara uğratıldı.

Pompey mevcut korsan çetelerini yok edip onların sığındıkları limanları ele geçirdikten sonra Suriye’den Cebelitarık’a kadar dolaşıp Akdeniz boyunca sürekli devriye gezilecek küçük donanma birlikleri oluşturdu. Pompey, kırk günden az bir sürede Batı ve Orta Akdeniz’i korsanlardan temizlemiştir. Roma lejyonerleri kıyıdaki korsanları Kilikia’nın dağlık kesimlerine çekilmek zorunda bırakmıştır. Pompey, yaptığı bu etkileyici planın son aşamasında korsanlık sorununun tekrar çıkmasını engellemek için Kıbrıs, Rodos ve Suriye’de oluşturduğu kontrol limanları ile Kilikia’da korsanların yeniden toplanmaması için bir abluka oluşturmuştur. Ayrıca Kilikia’da korsanların yerleşebileceği koy ve körfezleri sürekli denetletmiştir. Pompey, korsanların yerel halk tarafından da desteklendiğini bildiği için bölgeyi Roma hâkimiyetine aldıktan sonra bölgede yaşayan toplulukları zorunlu göçe tabi tutmuştur. Kıyı kesiminde yaşayan ve genellikle balıkçılık ve korsanlıktan geçinen bu insanlar bölgenin iç kesimlerindeki önemli tarım alanlarına yerleştirilmiştir. Pompey’un tüm bu faaliyetleri yaklaşık üç ay sürmüştür. Böylece uzun zamandan beri mücadele edilmesine rağmen herhangi bir başarı elde edilemeyen korsanlık sorunu çözülmüştü. Bundan sonra Roma, tüm Akdeniz’in sahibi olarak hareket edecektir.

Üçüncü Mitridates Savaşı, Suriye ve Yahudiye'nin Fethi

Üçüncü Mitridates Savaşı'nda, ilk Lucius Licinius Lucullus, ardından da Pompey Mitridates'in üzerine gönderildi.[92] Pompey, MÖ 65 yılında, şimdiki Şebinkarahisar-Bayramköy bölgesinde, Pontus Kralı VI. Mithridates'in ordusu ile yapılan savaşta, Roma ordusuna komuta etti. Mitridates sonunda Pompey'e gece Likus Muharebesi'nde yenildi.[93] Ülkesi Roma'ya bağlı bir devlet haline geldi. Pompey, Şebinkârahisar-Bayramköy bölgesine, zafer kazanma evi anlamına gelen "Nicopolis" kentini kurdu. Athena (günümüzde Pazar) şehri de Pompey tarafından kuruldu.

Akdeniz bu sırada çoğu Kilikyalı olan korsanların eline düşmüştü.[93][94] Korsanlar sırf nakliye rotalarını boğazlamadılar, Yunanistan ve Asya kıyılarındaki pek çok kenti de yağmaladılar. Pompey korsanlara karşı savaşması için özel bir donanma çalışma koluna komutan atandı.[92][93] Denizin batıdaki kısmını korsanlardan temizleyerek İberya (İspanya), Afrika ve İtalya arasındaki iletişimi onarması Pompey'in yalnızca kırk gününü aldı.

Pompey, Roma'nın Küçük Asya'daki yeni eyaletlerinin güneydoğusundaki siyasi istikrarsızlıktan endişe duyuyordu. Hem Suriye hem de Yahudiye istikrardan yoksundu. Suriye'de Selevkos İmparatorluğu parçalanıyordu, Yahudiye'de bir iç savaş vardı. M.Ö 65 yılında Pompey, iki teğmen Metellus ve Lollius'u Şam'ı ele geçirmek için Suriye'ye gönderdi. M.Ö. 64/63 kışında Pompey, ordusunu Suriye'nin Selevkos başkenti Antakya'da kışlattı, burada çok sayıda elçi ağırladı ve sayısız anlaşmazlıkta hakemlik yapmak zorunda kaldı. M.Ö.63 yılının başında sezonunun başında Pompey Antakya'dan ayrıldı ve güneye yürüdü. Yahudi bir haydut tarafından yönetilen Lysias, Silas ve Suriye'nin eski askeri başkenti Apameia'yı ele geçirdi. Dsonra Libanus silsilesinin ve Sidon'un kuzeyindeki sahilin soyguncu çetelerine karşı çıktı. Pompey ordusu daha sonra Lübnan Dağları'nı geçti, Pella'yı aldı ve Suriye, Mısır ve Yahudiye'nin her yerinden büyükelçiler tarafından karşılandığı Şam'a ulaştı. Böylece, Suriye'nin tamamını ele geçirdi ve bu andan itibaren Suriye bir Roma eyaleti olacaktı.[95]

Catilina Komplosu

Roma Capitoline Müzesi'nde bulunan Cicero'nun büstü.

MÖ 66'da, çeşitli sınıfların kötü durumları üzerine eğilmek üzere anayasal ya da en azından barışçıl, yöntemleri kullanma hareketi başladı.[96] Birkaç başarısızlığın ardından, hareketin önderleri amaçlarına ulaşmak için gerekli her türlü yöntemi kullanmaya karar verdiler. Hareket Lucius Sergius Catilina adlı bir soylunun önderliği altında birleşti. Hareketin merkezi kırsal çalkantının yuvası olan Faesulae kasabasıydı.[97] Taşralı hoşnutsuz kimseler Roma üzerine yürüyecekler[98] ve kent içerisindeki bir başkaldırıdan yardım alacaklardı. Konsüllerin ve senatörlerin çoğunun suikastının ardından Catilina, yeniliklerini yasalaştırmada özgür olacaktı. Komplo MÖ 63'te harekete geçirilecekti. O yılın konsülü, Marcus Tullius Cicero idi.

Cicero, yoğun bir hukuk öğrenimi görmüş, daha sonraları ise edebiyat ve felsefeyle daha çok ilgilenmeye başlamıştır. Savaşı hiç sevmezdi, mahkemelere başkanlık yapmış, ünlü ve başarılı bir hukukçu olmuştu. Daha sonraları ise konsül olmuştu. Daha önce ailesinden hiçbir kimse konsül olmamıştı, yani o bir homo novus idi. Cicero, Catilina'nın daha fazla üye almak için gönderdiği bildirileri alıkoydu. Sonuç olarak, Roma'daki komplocuların elebaşları (içlerinde eski bir konsül de olmak üzere) Senato yetkisine dayanarak idam edildiler ve tasarlanmış ayaklanma bozuldu. Ardından Cicero, Catilina'nın güçlerini bozguna uğratan bir ordu gönderdi. Catilina komplosunun en önemli sonucu Populares partisinin saygınlığını yitirmesiydi.[98]

İlk Triumvirlik

Soldan sağa: Jül Sezar, Marcus Licinius Crassus ve Pompey

Hispania Ulterior eyaletine yönetici olarak atanmış olan Jül Sezar (Iulius Caesar), borç batağında olduğundan Roma'nın en zengin adamlarından olan Marcus Licinius Crassus'a başvurmuştu. Crassus, Pompey'in menfaatlerine karşı olan muhalefetinde kendisine destek olması karşılığında Sezar'ın borçlarının bir kısmını ödedi ve geri kalanlarına da garantör oldu. Hispania'da Callaici ve Lusitanilerin topraklarını fethetti ve birlikleri tarafından imparator olarak selamlandı. Borçlarla ilgili kanunu reforme etti ve valilik görevini yüksek bir itibarla tamamladı.[99] Sezar zaferlerinden dolayı bir Roma Zafer Alayı ile ödüllendirilmişti. Ancak Sezar'ın gözü cumhuriyetin en yüksek magistralığı olan konsüllük görevindeydi. Ortada bir sorun vardı ve Sezar eğer zafer alayına katılırsa bir asker olarak kalmalı ve Roma şehir surlarının gerisinde beklemeliydi ancak konsüllük seçimlerine katılmak istiyorsa komutayı bırakmalı ve şehre sıradan bir yurttaş gibi girmeliydi. Aynı anda iki seçeneğin de gerçekleşmesi olanaksızdı. Senato'dan seçimlere in absentia (gıyabında) olarak katılmak için izin istedi ancak bu talep Cato tarafından bloke edildi. Zafer alayı ve Konsüllük arasında bir seçim yapmak durumunda kalan Sezar, Konsüllüğü seçti.[100]

Konsüllük için yarışan üç aday vardı: Sezar, birkaç yıl önce Sezarla birlikte aedile olarak görev yapmış olan Marcus Calpurnius Bibulus ve Lucius Lucceius. Seçim kirli bir mücadeleye sahne oluyordu. Sezar, Cicero'nun desteğini istemiş ve zengin birisi olan Lucceius'la ittifak yapmıştı. Ancak mali durumu Bibulus karşısında yetersiz kalmış ve buna ilaveten rüşvet yemezliği ile ünlü Cato'nun bile Bibulus'tan rüşvet alarak onun tarafını tuttuğu söylentisi yayılmıştı. Sonuç olarak Sezar ve Bibulus, MÖ 59 yılı için konsül seçildiler.[101]

Sezar, borcu yüzünden Crassus'a politik olarak bağımlı olduğu halde, Senato'da emekli askerleri için doğuda yerleşim yerleri ve tarım arazileri tahsis edilmesi mücadelesinde başarısız olan Pompey ile de iyi geçinmeye çalışmıştı. Pompey ve Crassus, birlikte konsüllük yaptıkları MÖ 70 yılından beri kavgalıydı ve Sezar birisiyle ittifak kurmanın diğerini kaybetmek anlamına geldiğini bildiğinden aralarını bulmaya çalışmıştı. Bu üçlünün, kamu işleri üzerinde kontrolü sağlayabilmek için hem paraları hem de politik nüfuzları vardı. Birinci Üçlü Yönetim olarak bilinen bu gayri resmî ittifak, Pompey'in Sezar'ın kızı Julia ile evlenmesiyle daha da sağlamlaştırıldı.[102] Bu arada Sezar da ertesi yıl konsül seçilecek olan Lucius Calpurnius Piso Caesoninus'un kızı Calpurnia ile evlendi.[103]

Jül Sezar, Pompey'e söz vermiş olduğu yasaları kurulların onayına sundu. Bibulus bu yasaların çıkmasına engel olmaya yeltendi ve bunun üzerine Jül Sezar yasaların geçişini sağlamak için şiddet içeren yöntemler kullandı.[104] Jül Sezar ardından üç eyaletin valisi yapıldı. MÖ 58 yılında eski patrici Publius Clodius Pulcher'in tribünlüğe seçimini kolaylaştırdı. Clodius, Jül Sezar'ın senatör düşmanlarının en dikbaşlı ikilisi Cato ve Cicero'yu görevden almaya koyuldu. Clodius, Cicero'nun acılı bir düşmanıydı; çünkü bir kutsal olana saygısızlık davasında kendisi aleyhinde tanıklık etmişti. Clodius, Cicero'yu Catilina komplosu sırasında yurttaşları duruşmasız idam ettiği için yargılama girişiminde bulundu; sonucunda Cicero gönüllü olarak sürgüne gitti ve Roma'daki evi yakıldı. Clodius, onu birkaç yıllığına Roma'dan uzak tutacak olan Kıbrıs işgaline Cato'nun önderlik etmesini gerektiren bir yasa tasarısı da geçirdi. Clodius halka bedava tahıl yardımı veren bir yasa tasarısını da geçirdi.[105]

Jül Sezar'ın Britanya ve Galya Seferi (MÖ 59–50)
Galya Savaşları'nın haritası

MÖ 59'daki konsül döneminin ardından, beş yıllık bir dönemliğine Galya Çisalpine (bugünkü Kuzey İtalya), Galya Narbonensis (bugünkü Güney Fransa) ve İllirya (bugünkü Balkanlar) Valiliği'ne prokonsül olarak atandı.[106][106][107] Ancak Sezar hâlâ çok borçluydu ve bir eyalet yöneticisi olarak para edinmek için ya zorla vergi toplamak[108] ya da askerî bir maceraya girişmekten başka çıkar yolu yoktu. Jül Sezar, kendisine peşinde koştuğu çarpıcı askeri başarıyı verecek olan Galya'nın istilası için sebep arıyordu. İki yerel kabilenin Roma eyaleti Galya Narbonensis'e uzanan bir yol üstünde göçmeye başlamasu üzerine, Jül Sezar MÖ 58'den MÖ 49'a dek süren Galya Savaşları için kendisine gereken ucu ucuna uygun gerekçesini bulmuştu. Yeni iki Lejyon toplayan Sezar bu kabileleri yendi ve ordusunu kış için Sequani topraklarında konuşlandırarak Gallia Narbonensis'in ötesindeki topraklara karşı ilgisinin geçici olmadığı sinyalini verdi.[109]

Göreve gelişinin ikinci yılında sahip olduğu askerî gücü, Cisalpine Galya eyaletinden topladığı iki yeni Lejyonla iki katına çıkardı. Cisalpine Galya eyaleti sakinleri Roma yurttaşı olmadığı için bu eylemin yasallığı tartışmalıydı. Sezar'ın bir önceki yılki eylemlerine karşılık Kuzeydoğu Galya'nın Belgic kabileleri silahlanmaya başladılar. Sezar bu duruma sert bir hareketle cevap verdi ve birleşik Belgic (Belçika) ordusuna karşı başarısız bir muharebenin ardından kabileleri parça parça fethetti.[110] MÖ 55 yılında, Galya'ya karşı Cermen kabileleri tarafından gerçekleştirilen bir işgal girişimini defeden Sezar, Britonların bir önceki yıl kendisine karşı savaşan Venetilere yardım ettiği gerekçesiyle Britanya'ya geçti ve Britanya'ya sefer düzenleyen ilk Romalı oldu. Ertesi yıl daha büyük bir güç ve daha iyi hazırlanarak geri dönen Sezar Britanya'nın içlerine kadar ilerledi.

MÖ 52 yılında Arverni kabilesinden Vercingetorix'in liderliğini yaptığı yeni bir isyan tüm Galya'ya yayıldı. Vercingetorix tüm Galya kabilelerini bir araya getirmeyi başarmış ve Sezar'ı Gergovia Savaşı da dahil birkaç çarpışmada yenerek askeri yeteneğini göstermişti ancak Sezar'ın Alesia Savaşı'ndaki özenle hazırlanmış kuşatma planı karşısında nihayet teslim olmak zorunda kalmıştı.[111] Ertesi yıl boyunca süren dağınık isyanlara rağmen[112] Galya tam olarak fethedildi. MÖ 50'ye gelindiğinde, Galya'nın bütünü Roma'nın elinde bulunmaktaydı. Galya asla Kelt kimliğini bir daha kazanamadı, asla başka bir ulusalcı ayaklanmaya daha kalkışmadı ve 3. yüzyıldaki bunalımın dışında, 476 yılına dek Roma'ya bağlı kaldı.

İlk Triumvirlik'in sonu

Vercingétorix Arvernilerin başkanı, Julius Caesara teslim oluyor

Clodius kenti yıldıran silahlı çeteler oluşturdu ve sonunda Pompey'in yandaşlarına saldırmaya başladı. Onlar da cevaben Titus Annius Milo tarafından oluşturulmuş karşı-çeteler için parasal kaynak sağladılar. Triumvirliğin siyasal müttefikliği parçalanıyordu. Domitius Ahenobarbus MÖ 55'te Jül Sezar'ın yönetimini ondan almak için konsüllüğe yöneldi. Sonunda, Lucca'da triumvirlik yenilendi. Pompeius ve Crassus'a MÖ 55 yılı için konsüllük sözü verildi ve Jül Sezar'ın vali olarak süresi beş yıl olarak uzatıldı. MÖ 53'te, Crassus Part İmparatorluğu'na karşı bir istila başlattı. Başlangıçtaki başarılardan sonra,[113] çölün derinliklerine ordusunu yürüttü;[114] ancak burada, düşman bölgesinin derinliklerindeki, Harran yakınlarında yapılan Carrhae Muharebesi'nde ordusunun etrafı sarıldı ve kendisi de katledilerek yok edildi. Crassus'un ölümü Triumvirlik'in sonu oldu ve Sezar ile Pompeius ayrı hareket etmeye başladılar. Sezar, Galya'da savaşıyorken Pompey, Sezar'ın siyasal düşmanlarıyla el altından destekliyordu. Sezar'ın Britanya'da seferde olduğu sırada Pompey'in karısı olan kızı Julia doğum yaparken öldü. Sezar, ittifak anlaşmasını yenilemek ve desteğini kaybetmemek için Pompey'e Gaius Marcellus'la evli olan yeğeni Octavia'yı teklif ettiyse de Pompey bu öneriyi reddetti. Bu olay Pompeius ile Jül Sezar arasında kalan son bağı da koparmış oldu.

İç savaş ve Jül Sezar'ın diktatörlüğü (MÖ 49–44)

Sezar, Roma sikkeleri üzerine kendi büstünü resmettiren ilk kişidir.

MÖ 50 yılında Pompey'in önderliğindeki Senato, prokonsüllük görevinin sona erdiği gerekçesiyle Sezar'a Roma'ya geri dönmesi ve ordusunu terhis etmesi emrini verdi. Dahası, Senato Sezar'ın in absentia (gıyabında) ikinci kez konsül seçilmesini de yasakladı. Sezar, konsüllerin kullandığı dokunulmazlık hakkı ya da ordusunun gücü arkasında olmadan Roma'ya girmesi halinde kovuşturmaya uğrayacağını ve politik olarak dışlanacağını düşünüyordu. Pompey, Sezar'ı başkaldırı ve vatana ihanetle suçladı. Sezar'ın 10 Ocak MÖ 49'da generallerin ordularıyla geçmelerinin yasak olduğu Rubicon nehrini "Lejyon XIII Gemina" ile geçmesiyle Roma'da iç savaş başlamış oldu. Plutarch, Sezar'ın Rubicon'u geçtiğinde Atinalı bir oyun yazarı olan Menandros'a ait ἀνερρίφθω κύβος Latince alea iacta est yani "ok yaydan çıktı" deyişini kullandığını söyler.[115][116][117]

Sezar'ın sahip olduğu tek lejyon olan Onüçüncü Lejyon'dan çok daha fazla bir güce sahip olmasına rağmen Pompey'in savaşmaya pek niyeti yoktu ve Roma'nın boşaltılmasını buyurdu ve muhafazakâr cumhuriyetçiler Pompey komutası altında Yunanistan'a kaçtılar. Sezar, Senato ve Lejyonlarını kıstırarak Pompey'i kaçmadan yakalama umuduyla onu Brindisium'a kadar kovaladı. Pompey onu atlattı ve Sezar'ın barikatları yıkmasından hemen önce limandan demir alarak kurtulmayı başardı.[118] Limanda bulunan tüm gemiler Pompey tarafından birliklerinin tahliyesi için kullanıldığından onu takip etmek mümkün değildi ve bunu üzerine Sezar yönünü Hispania'ya çevirdi. Roma'yı Marcus Aemilius Lepidus'un prefect'liğine ve İtalya'nın geri kalanını tribün Marcus Antonius'un kontrolüne bırakan Sezar, şaşırtıcı bir hızla 27 gün içinde Hispania'ya ulaştı ve kendisine katılan iki Galya Lejyonu ile Pompey'le hesaplaşmak üzere doğuya, Yunanistan'a doğru ilerledi. 10 Temmuz MÖ 48'de Dyrrhachium'da yapılan savaş sırasında tahkimat hattının yıkılması nedeniyle neredeyse felaketle sonuçlanabilecek bir bozgundan kıl payı kurtuldu. Sezar, kısa süre sonra yapılan Pharsalus Muharebesi ile kendisinden çok daha güçlü, kendi piyadelerinin iki katı piyade ve kayda değer miktarda süvari fazlası olan Pompey'i MÖ 48 yılında kesin olarak yenilgiye uğrattı. Roma'da Sezar diktatör olarak atanırken Marcus Antonius da onun Magister Equitum'u olarak göreve başladı. Bu, Sezar'ın kişiliğini kutsallaştırmış oldu ve Senato'yu veto etme gücünü verdi ve Pleb Konseyi'ne egemen olmasını sağladı. Sezar, Pompey'i İskenderiye'ye kadar kovaladı. Ancak Pompey, İskenderiye'ye vardığında Kral XIII Ptolemaios'un hizmetinde çalışan eski bir Romalı subay tarafından öldürüldü. Pompey'in peşinden İskenderiye'ye gelen Sezar, anlatılanlara göre XIII. Ptolemaios'un mabeyincisi Pothinus tarafından kendisine hediye olarak takdim edilen Pompey'in kesik başına ağlamıştı. Ardından XIII. Ptolemaios ve onun kız kardeşi, karısı ve aynı zamanda vekil kraliçe olan Firavun Kleopatra VII arasındaki iç savaşa müdahil oldu. Bunun sebebi belki de Ptolemaios'un Pompey'in katlindeki rolüdür. Sezar Kleopatra'nın tarafını tuttu. Her halükârda, Ptolemaik güçler MÖ 47 yılında yapılan Nil Muharebesi ile Sezar tarafından yenildiler ve hemen ardından Sezar'dan Caesarion adlı bir çocuğu olduğundan şüphelenilen Kleopatra, tahta çıkarıldı. Sezar ve Kleopatra İskenderiye iç savaşı sırasında elde ettikleri zaferi MÖ 47 yılı baharında Nil üzerinde düzenledikleri bir zafer alayı ile kutladılar. Kraliyet kayığına eşlik eden 400 gemi, Sezar'a Mısır Firavunlarının sahip olduğu ihtişamı yansıtmayı amaçlıyordu.

MÖ 47 yılının ilk aylarını Mısır'da geçiren Sezar, daha sonra Anadolu'ya yöneldi ve Pontus kralı II. Farnekes'i yok edeceği Zela Savaşı'nı kazandı. Zela Savaşı'ndaki zaferi anlatan "Veni, vidi, vici" (Türkçe: Geldim, gördüm, yendim) sözlerini yazarak Roma'da bulunan yardımcısı Gaius Matius'a gönderdi. Ardından Pompey'in Afrika'da kalan senatoryal destekçileri ile hesaplaşmak üzere 28 Aralık MÖ 47 tarihinde Afrikaya geçerek Hadrumetum'da (modern Sousse, Tunus) karaya çıktı. Pompey ortadan kalkmıştı ancak muhafazakâr Cumhuriyetçiler teslim olma niyetinde olmadıklarından Marcus Cato ve Caecilius Metellus Scipio liderliğinde Afrika eyaletlerinde bir direniş organize etmişlerdi. Doğu eyaletlerinde kontrolü sağlayıp, Roma'ya kısa bir ziyaret gerçekleştiren Sezar muhaliflerini takip etmek amacıyla 28 Aralık MÖ 47 tarihinde Afrikaya geçerek Hadrumetum'da (modern Sousse, Tunus) karaya çıktı. Şubat başında Sezar Thapsus'a geldi ve kenti, güney girişini üç sıra tahkimatla kapatarak, kuşattı. Metellus Scipio önderliğindeki cumhuriyetçiler konumlarını kaybetme riskini göze alamayarak savaşı kabul etmek zorunda kaldılar. Sezar'ın süvarileri başarılı bir manevra ile üstün gelerek parlak bir zafer kazandı. Thapsus Muharebesi sonrasında Metellus Scipio ölürken Cato ise intihar etti. Bununla beraber, Pompey'in oğulları Gnaeus Pompeius ve Sextus Pompeius, Sezar'ın eski Legatesi ve Galya savaşlarının iki numaralı komutanı Titus Labienus ile birlikte Hispania'ya kaçtı. Sezar takibe devam etti ve geri kalan son muhalifleri de MÖ 45 yılı Mart ayında yapılan Munda Muharebesi ile yok etti.

Bu süre zarfında, Sezar MÖ 46 yılında Marcus Aemilius Lepidus'la üçüncü ve MÖ 45 yılında meslektaşı olmadan dördüncü defa Konsül seçildi. Sezar düşmanlarını yasaklamak yerine hepsini affettiği için kendisine karşı güçlü bir muhalefet yoktu. 21 Nisan tarihinde Munda'da elde ettiği zaferin onuruna büyük oyunlar ve kutlamalar düzenlendi. Jül Sezar artık Roma devletinin birincil kişisiydi ve güçlerini büyütüp sağlamlaştırdığından düşmanları zorba bir hükümdar olmaya yönelik tutkuları olduğundan korkuyordu.[119][120][121][122] Sezar daha önce MÖ 63 yılında, görevleri arasında takvimi ayarlamak da bulunan Pontifex Maximus seçilmişti. Bu yetkiyle mevcut takvim sistemi üzerinde gerçekleştirdiği revizyon, yaptığı en etkili ve uzun soluklu reformlardan biri olarak tarihe geçti. Sezar MÖ 46 yılında her dört yılda bir artık yıl hesabına dayalı 365 günlük takvim sistemini geliştirdi (Jülyen takvimi olarak bilinen bu takvim Papa XIII. Gregorius tarafından 1582 yılında revize edilerek günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi oluşturulmuştur). Bu reformun bir sonucu olarak 455 gün uzunluğundaki standart bir Roma yılı mevsimlere bölünmüş oldu. Gregoryen takviminin 7. ayına Sezar'ın onuruna "July" (Latince Iulius'tan türetilmiştir) adı verilmiştir.[123]

MÖ 45 yılı Eylül ayında İtalya'ya geri dönen Sezar vasiyetini hazırladı ve yeğeni Octavian'u unvanı da dahil olmak üzere sahip olduğu her şeyin mirasçısı olarak tayin etti. Sezar ayrıca Octavian'ın kendisinden önce ölmesi durumunda ikinci vâris olarak Marcus Junius Brutus'u belirledi. Bazı kaynaklarda Brutus'u evlatlık oğul ilan ettiği de söylenir. Sezar ve Kleopatra hiç evlenmediler zira Roma kanunlarına göre bunu yapmaları mümkün değildi. Evlilik kurumu sadece Roma yurttaşları arasında yapıldığında geçerli oluyordu ve Kleopatra Mısır kraliçesiydi. Kleopatra Roma'yı birkaç kez ziyaret etti ve bu ziyaretlerinde Sezar'ın Romanın hemen dışında, Tiber kıyısındaki villasında ikamet etti.[124][125] Bu dönemde Sezar Forumu ve içinde bulunan Venüs Genetrix Tapınağı ile birlikte pek çok kamu binası inşa edildi.

Jül Sezar'a suikast ve İkinci Triumvirlik

Jül Sezar'ın ölümü, Vincenzo Camuccini

Yaşamının sonuna yakın, Jül Sezar Part İmparatorluğu'na karşı bir savaşa hazırlanmaya başladı. Roma'da yokluğu kendi konsüllerini başa geçirme gücünü sınırlayacağından bütün magistraları ve bütün konsülleri ve tribünleri atamasını sağlayan bir yasayı geçirdi. Bu durum magistraları halkın temsilcileri olmaktan diktatörün temsilcileri olmaya dönüştürdü.[121] Jül Sezar'a MÖ 44'te Gaius Cassius ve Marcus Brutus önderlik ettiği bir suikast tertip edildi. Komplocuların dürtüleri hem kişisel hem de siyasaldı. Komplocular genellikle, pek çoğu Jül Sezar Senato'yu gücünden ve saygınlığından yoksun bıraktığı için kızmış olan senatörlerdi. Diğerleriyse gücünü kötüye kullanan ve bir kral olarak mutlak hükümdarlığa giden yolu engellerden arındıran bir tiran olduğuna inanıyorlardı. Senatörler, kendisini sağlama almadan önce Jül Sezar'ı yok etmeyi kendilerine vazife bildiler. Jül Sezar'ı MÖ. 15 Mart 44'te Senato'nun toplanacağı Pompeius'un tiyatrosunda bıçaklayarak öldürdüler. Bunu izleyen iç savaş cumhuriyetten kalanları da yok etti.[126]

Suikastın ardından Cicero'nun popülaritesi tekrar arttı; Senato'nun en güçlü, en sözü geçer adamı haline geldi. Sezar'dan sonra giderek güçlenen Marcus Antonius'u sevmiyordu. Yine de Marcus Antonius ve Cicero dönemin en güçlü iki adamı olarak diğerlerinden daha öne çıkıyordu. Sezar'ın veliahtı Octavianus İtalya'ya varınca Cicero, Marcus Antonius'a karşı onu savunmaya başladı. Sürekli Marcus Antonius'u eleştiriyor, Octavianius'u ise övüyordu. Senatoyu da Marcus Antonius'a karşı kışkırtmıştı. Kafasındaki plan hem Octavianus hem de Antonius'u aradan çıkarmaktı. Ancak Marcus Antonius, Jül Sezar'ın evlat edindiği oğlu ve büyük-yeğeni Octavianus ile bir anlaşma yaptı. Marcus Aemilius Lepidus ile birlikte, İkinci Triumvirlik olarak bilinen bir bağlaşıklık oluşturdular.[127] Cicero'yu devlet düşmanı ilân ettiler. Cicero kaçtı, fakat yakalandı. MÖ 43 yılının 7 Aralık günü başı kesilerek idam edildi. Başı Forum Romanum'daki Rostra'da halka teşhir edildi, elleri ise Senato binasının kapısına çivilendi.

Marcus Antonius'un Jül Sezarın cenaze töreninde nutku, George Edward Robertson

Marcus Antonius, Lepidus ve Octavianus, Jül Sezar'ın anayasasının güvencesi altına almış olduğu güçlere neredeyse eş güçleri ellerinde tuttular. Bu itibarla, Senato ve kurullar güçsüz kaldı.[127] MÖ 43'te Triumvirler Marcus Antonius ile Octavianus, Sezar'ın suikastçıları Brutus ve Cassius'a karşı Filippi Muharebesi'nde savaştı. Brutus'un Octavianus'u yenmesine karşın, Marcus Antonius, Cassius'u yendi. Kısa süre sonra Brutus da ona katıldı. Ancak Octavianus kendisinin kayırdığı bir seçmen grubu kurdu ve ardından Marcus Antonius'a karşı bir mücadele başlattı.[128] Denizdeki Yunanistan kıyılarına yakın Aktium Muharebesi'nde Octavianus, Marcus Antonius ve Kleopatra'yı bozguna uğrattı. Marcus Antonius aşkı Kleopatra ile kendisinin canına kıydı. MÖ 29'da, Octavianus Roma'ya tartışmasız imparator olarak döndü. MÖ 27'de Octavianus'a diğer bütün Romalılar üzerinde birincil konumunu belirten Agustus - "Ulu Olan" ve "Prinçeps" adlarının kullanımı bağışlandı ve "İmparator Kayser" sanını alarak ilk Roma İmparatoru oldu.[129]

Anayasa

Roma Cumhuriyeti'nin anayasası daha çok gelenek sayesinde kuşaklarca aktarılan bir yazısız yönergeler ve ilkeler dizisiydi.[130] Roma anayasası resmi bir yazılı anayasa belgesi içermemekte idi. Anayasa kurallarının büyük bir kısmı resmi olarak bir belgeye yazılmamıştı. Bu anayasa kuralları sürekli olarak gelişirdi.

Roma Cumhuriyeti'nin Senatosu

Senato'nun yüksek yetkisi; değeri ve saygınlığından gelmekteydi.[131] Bu değer ve saygınlık, hem Senatörlerin yüksek yetenek ve saygınlığı hem de gelenek ve görenek temeline dayanıyordu.[132] Senato senatus consultum denen buyrukları yürürlüğe sokardı. Bu resmi olarak Senato'dan bir magistraya "öğüt"tü. Gene de, uygulamada bunlara genellikle magistralarca uyulmaktaydı.[133] Roma Senatosu'nun odağı dış işlerine yönlendirilirdi.[134] Askeri çatışmaların yönetiminde teknik olarak hiçbir resmi rolü olmamasına karşın, Senato böyle konuları denetleyen en büyük güçtü.

Yasayıcı Kurullar

Magistra seçimi, yeni yasalar, idam cezasının yürütümü, savaş ve barış ilanı, müttefiklik oluşturma ya da bozmaya ilişkin son sözü söyleyecek kişi Roma Halkı - yani yasayıcı kurullardı.[135][135][136] iki tür yasayıcı kurul vardı. İlki bütün yurttaşların kurulları olan comitia ("komiteler") idi.[137] İkincisi belirli yurttaş kümelerinin kurulları olan concilia ("konseyler") idi.[138]

Çentürya Kurulu

Yurttaşlar çentüryalar ve tribüsler temeline dayanarak oluşmuştu. Çentüryalar ve tribüsler kendi kurullarında toplanırlardı. Comitia Centuriata çentüryaların kuruluydu. Comitia Centuriata'nın başkanı genellikle bir konsüldü.[139] Çentüryalar, çoğunluklarından bir destek alınana dek birer birer oylamaya katılırlardı. Comitia Centuriata, imperium gücü olan magistraları (konsülleri ve pretörleri) seçerdi. Çensörleri de bu kurul seçerdi. Yalnızca Comitia Centuriata savaş ilan edebilirdi ve bir nüfus sayımının sonuçlarını onaylayabilirdi.[140] Belirli türel olaylarda en yüksek temyiz mahkemesi olarak da hizmet etmiştir.[141]

Tribüs Kurulu

Tribüslerin kuruluna, Comitia Tributa'ya, bir konsül başkanlık ederdi[139] ve otuz beş tribüsün birleşmesiyle oluşmaktaydı. Tribüsler etnik ya da içinde akrabalık bağı taşıyan kümeler değildi, daha çok coğrafi bölümlerdi.[142] Otuz beş tribüsün oylayacağı sıra rastgele kurayla seçilirdi.[143] Tribüslerin çoğunluğundan bir destek alındı mı, oylama sona ererdi. Pek çok yasayı yürürlüğe sokmazken Comitia Tributa; küestörleri, kurulis adellerini ve askeri tribünleri seçerdi.[144]

Pleb Konseyi

Pleb Konseyi;[145] kendi tribüslerinde toplanan pleblerin, patrici olmayan Roma yurttaşlarının, kuruluydu. Kendi yetkililerini, pleb tribünlerini ve pleb adellerini, seçerlerdi. Genellikle bir pleb tribünü kurula başkanlık ederdi. Bu kurul pek çok yasayı yürürlüğe sokardı ve bir temyiz mahkemesi olarak da hizmet edebilirdi. Tribüsler temelinde oluştuğundan dolayı, kuralları ve yöntemleri Comitia Tributa'nınkilerle neredeyse özdeşti.

Yürütücü Magistralar

Her bir magistra maior potestas ("büyük güç") ile yetkilendirilirdi.[146] Yine her bir magistra eşit ve daha düşük rütbece bir magistra tarafından yapılmış herhangi bir işlemi veto edebilirdi. Öte yandan pleb tribünleri ve pleb adelleri diğer magistralardan bağımsızlardı.[139][146]

Magistra güçleri ve bu güçler üzerindeki denetimler

Her bir cumhuriyet magistrası belirli anayasal güçlere sahipti. Yalnızca Roma Halkı'nın (hem plebler hem de patriciler) bu güçleri herhangi bireysel bir magistraya sunma hakkı vardı.[147] En büyük anayasal güç imperium idi. Hem konsüller hem de pretörlerin imperiumu vardı. Imperium bir magistraya askeri bir güce komuta etme yetkisi veriyordu. Bütün magistraların baskı gücü de vardı. Bu, magistralarca kamu düzenini sürdürmek için kullanılıyordu.[148] Roma'dayken, bütün yurttaşlarınsa baskıya karşı bir yargı gücü vardı. Bu korumaya provocatio deniyordu (aşağıya bakınız). Ayrıca, magistraların kehanetlere bakması hem bir güç hem de bir görevdi. Bu güç sık sık siyasal muhalifleri engellemek için kullanılırdı.

Bir magistranın gücü üzerindeki denetimlerden biri meslektaş(lar)ıydı. Her bir magistra makamında eşzamanlı olarak en az iki kişi bulunurdu. Bir magistranın gücü üzerindeki bir başka denetim ise provocatio idi. Provocatio ilkel bir hukuki usul biçimiydi. Bu, habeas corpusun bir öncüsüydü. Eğer herhangi bir magistra devletin güçlerini bir yurttaşa karşı kullanmaya yeltenirse, bu yurttaş magistranın kararını bir tribüne temyize götürebilirdi.[149] Ayrıca, bir magistranın makamındaki yıllık döneminin süresi doldu mu, yeniden bu makamda hizmet etmesi için on yıl beklemesi gerekiyordu. Bu, bazı konsüller ve pretörler için sorun yarattığından, bu magistralar kimi zamanlar imperiumlarının süresini uzattırırlardı. Aslında, resmi açıdan o makamda bulunmadan makamın güçlerini (bir promagistra olarak) alıkoyarlardı.[150]

Konsüller, pretörler, çensörler, adeller, küestörler, tribünler ve diktatörler

Roma Cumhuriyeti'nin konsüllüğü en yüksek olağan magistra rütbesiydi; her bir konsül bir yıllığına hizmet ederdi.[139][151] Konsüllerin hem sivil hem de askeri konularda en üstün gücü vardı. Roma kentindeyken, konsüller Roma hükûmet başkanıydılar.[139] Senato'ya ve kurullara başkanlık ederlerdi. Yurtdışındaykense, her bir konsül bir orduyu komuta ederdi.[139][152] Yurtdışındaki yetkileri neredeyse saltıktı.[139]

Pretörler kamu hukukunu yönetirdi[153] ve eyalet ordularını komuta ederlerdi. Her beş yılda bir, on sekiz aylık bir dönem için iki çensör seçilirdi. Makamdaki dönemleri sırasında, iki çensör bir nüfus sayımı yaparlardı. Nüfus sayımı sırasında, Senato'ya yurttaş kaydedebilir ya da Senato'dan yurttaş tasfiye edebilirlerdi.[154] Adeller Roma'da halka açık oyunların ve gösterilerin yönetimi gibi içişlerini yürütmek için seçilen memurlardı. Küestörler genellikle Roma'daki konsüllere ve eyaletlerdeki valilere yardım ederlerdi. Görevleri sık sık maliydi.

Tribünler pleblerin somut örnekleri sayıldıklarından, kutsallardı. Bu kutsallık, pleblerce içilen ve makamdaki dönemi sırasında bir tribüne zarar vermiş veya onunla çatışmış herhangi bir kişiyi öldürmeyi gerektiren bir antla yerine getirilirdi. Tribünlerin bütün güçleri bu kutsallıktan türerdi. Bu kutsallığın açık bir önemi; bir tribüne zarar vermenin, vetosuna aldırmamanın ya da onunla çatışmanın idamlık ceza sayılması gerçeğiydi.[155]

Olağanüstü askeri zamanlarda, altı aylık bir dönemliğine bir diktatör atanırdı.[156] Anayasal hükûmet dağıtılır ve diktatör devletin mutlak başkanı durumuna gelirdi.[157] Diktatörün dönemi sona erdiğindeyse, yeniden anayasal hükûmet kurulurdu.

Kültür

Jül Sezar, Cassel's History of Englanddaki (1902) Britanya Müzesi büstünden.

Roma Cumhuriyeti'nde yaşam Roma kenti ve ünlü yedi tepe çevresinde dönerdi. Kentin birkaç tiyatrosu, gimnazyonu, pek çok meyhanesi, hamamı ve genelevi vardı. Roma'nın denetimi altındaki bütün bölgede, yerleşim mimarisi çok gösterişsiz evlerden taşra villalarına ve Roma'nın başkentinde, zarif Palatinus Tepesi'ndeki konutlara değin değişkenlik gösterirdi. Nüfusun büyük çoğunluğu kent merkezinde apartmanlara yerleşmiş biçimde yaşardı.

Çoğu Roma kasabası ve kentinin Roma kentinin kendisinde de olduğu gibi bir forumu ve tapınakları vardı. Kent merkezlerine su getirmek için su kemerleri yapılmıştı,[158] şarap ve yemeklik yağsa yurtdışından ithal ediliyordu. Ağalar genellikle kentlerde oturuyorlardı ve emlakları çiftlik yöneticilerinin bakımına bırakılmıştı. Daha yüksek bir işçi verimliliğini özendirmek için, pek çok ağa çok sayıda köleyi salıverirdi.

MÖ 2. yüzyılın ortalarının başlangıcında, Yunan kültürü, Helen kültürünün "beyin sulandırıcı" etkileri hakkında atılan söylevlere karşın giderek etkin duruma geliyordu.[159] Agustus zamanına gelindiğinde, kültürlü Yunan ev köleleri Romalı gençlere (bazen kızlara bile) ders vermekteydi. Yunan yontuları Palatinus'taki ya da villalardaki Helenistik bahçe mimarisini bezedi. Roma mutfağının büyük bir kısmı da aslen Yunan'dı. Romalı yazarlar kültürlü Yunan tarzı olması nedeniyle Latinceyi hor gördüler.

Toplumsal tarih ve yapı

Roma kültürünün pek çok yanı Yunanlardan ödünçlenmişti.[159] Mimaride ve heykelde, Yunan örnekleri ve Romalı boyamaları arasındaki fark belirgindir. Mimariye başlıca Romalı katkıları kemer ve kubbeydi. Roma'nın kendisini izleyen Avrupalı kültürler üzerinde büyük etkisi de oldu. Ehemmiyeti, Vergilius ve Ovidius'un çalışmalarının dayanıklılığında ve kalıcı öneminde görüldüğü gibi en iyi belki de sürekliliğine ve etkisine yansımıştır. Latince, Cumhuriyet'in birincil dili, Roma Katolik Kilisesi'nce ayin amaçları için hala kullanılmaktadır ve 19. yüzyıla dek kapsamlı biçimde bilimsel yazılarda - örneğin; fen ve matematikte - kullanılmıştır. Roma tüzesiyse pek çok Avrupa ülkesinin ve sömürgelerinin yasalarına temel oluşturmuştur.

Erken toplumsal yapının merkezi yalnızca kan bağlarıyla belirtilmiş olmayan, bir yandan da yasal olarak patria potestas bağıyla kurulmuş olan aileydi.[160][161] Pater familias ailenin saltık başıydı; karısının, çocuklarının, oğullarının karılarının, yeğenlerin, kölelerin ve salıverilmiş kölelerin ve istediğinde mallarının efendisiydi. Onları öldürme hakkı bile bulunuyordu.[162] Roma tüzesi yalnızca patrici ailelerini yasal varlıklar olarak tanıyordu.

Kölelik ve köleler toplumsal düzenin parçasıydı; satın alınıp satılabilecekleri köle pazarları vardı. Pek çok köle, sahiplerince ödenmiş hizmetlerinden ötürü salıverilirdi; bazı kölelerse özgürlüklerini satın almak için para biriktirebilirlerdi. Genellikle, köleleri sakatlama ve öldürme kanunlarca yasaklanmıştı. Roma nüfusunun %25inin köleleştirilmiş olduğu düşünülmektedir.[163][164]

Giyim ve yemek

Togaya bürünmüş bir Romalı.

Erkekler sıklıkla toga ve kadınlarsa stola giyerlerdi. Kadınların stolası bir togadan farklı görünürdü ve genellikle parlak renkliydi. Giyim ve kuşam bir insan sınıfını diğer sınıftan ayırırdı. Çobanlar ve köleler gibi plebler ya da avam, kalın ve koyu kumaştan yapılmış tunik giyerken, patriciler ketenden ya da ak yünden yapılmış tunik giyerlerdi.[165] Bir şövalye ya da magistra augusticlavus, küçük mor düğmeler taşıyan bir tunik, giyerdi. Senatörler tunica laticlavia denen geniş kırmızı çizgili tunikler giyerlerdi.[166][167] Askeri tunikler sivillerce giyilenlerden kısaydı. Oğlanlar, Liberalya bayramına dek, kan kırmızısı ya da mor kenarlı bir toga olan toga praetexta giyerlerdi. 16 yaş üzerindeki erkekler Roma'da yurttaş olduklarını belirtmek için toga virilis, (ya da toga pura), giyerlerdi. Toga picta utkulu generaller tarafından giyilirdi ve onların muharebe meydanındaki becerileri kadar işlemeleri olurdu. Toga pulla ise yastayken giyilirdi.

Ayakkabı bile bir kişinin toplumsal konumunun göstergesiydi. Patriciler al ve kızıl sandaletler giyerlerdi, senatörlerin kahverengi ayakkabıları vardı, konsüllerin ak ayakkabıları vardı ve askerler ağır çizmeler giyerlerdi. Romalılar, kuzeydeki sınırlarda dövüşmesi gereken askerler için bazen sandaletlerin içine giyilen çorap türetti.[168]

Romalıların yalın yeme alışkanlıkları vardı. Temel besinler genellikle 11 sularında tüketiliyordu ve ekmek, salata, peynir, meyveler, fındıklar ve önceki gecenin akşam yemeğinden kalmış soğuk etten oluşurdu. Romalı Ozan Horatius çok yalın olarak tanımladığı kendi beslenme düzenine göre başka bir Roma gözdesinden, zeytinden, söz eder: "Bence, zeytinler, karakavuklar ve düz ebegümeci dayanıklılık sağlar."[169] Aile bir masa çevresindeki taburelerde oturarak birlikte yerdi. Parmaklar katı yiyecekleri yemek için kullanılırdı ve kaşıklarsa çorbalar için kullanılırdı.

Şarap temel bir içecek sayıldığından[170] her öğünde ve fırsatta büyün sınıflarca tüketiliyordu ve oldukça ucuzdu. Yaşlı Cato bir keresinde işgücüne şarap sağlamak için kendi payını yarıya bölmeyi önerdi.[171] Üzümlü ve ballı pek çok içecek türü de tüketiliyordu. Aç karnına içmek hem kabaca hem de bedensel ve tinsel zayıflatıcı etkileri Romalılar için tanıdık olan ayyaşlığın kesin bir işareti olarak görülüyordu. Alkolik olunduğu üzerine doğru bir suçlama siyasal rakipleri safdışı bırakmanın etkili bir yoluydu. Öne çıkan alkolik Romalılar içerisinde Marcus Antonius[172] ve Cicero'nun öz oğlu Marcus (Küçük Cicero) vardı. Genç Cato bile tam bir içkici olarak biliniyordu.

Eğitim ve dil

Doğu Yunan'da çeşitli askeri fetihlerin ardından, Romalılar Yunan eğitiminin pek çok öğretisini kendi deneyimsiz düzenlerine uydurdular.[173] Bedensel eğitim oğlanların Romalı yurttaşlar olarak yetişmesi ve olası bir asker alımına hazırlanmaları içindi. Disipline bağlı kalmak çok büyük bir önem taşırdı. Kızlar iplikçilik, dokuma ve dikme sanatını genellikle annelerinden alırlardı.[174] Daha resmi bir okul eğilimi MÖ 200 dolaylarında başladı. Eğitim altı yaş gibi başlıyordu ve ilerideki altı-yedi yıl boyunca, oğlanlar ve kızlardan yazma, okuma ve saymanın temellerini öğrenmeleri bekleniyordu. On iki yaşında Latince, Yunanca, dilbilgisi, edebiyat ve ardından topluluk önünde konuşma alıştırmalarını öğreniyor olurlardı. Hitabet çalışılması ve öğrenilmesi gereken bir sanattı ve iyi hatiplere saygı gösterilirdi.

Orta Çağ dönemindeki bu elyazmasında da gösterildiği gibi, Roma'nın dilinin sonraki kültürler üzerinde engin bir etkisi oldu.

Romalıların anadili Latinceydi. Yaşatılan Latin edebiyatı neredeyse büsbütün Klasik Latinceden ve yapay, oldukça üsluplaştırılmış gösterişli bir edebi dilden oluşsa da; asıl konuşma dili dilbilgisinde, sözcük dağarcığı ve boğumlanmasında Klasik Latinceden oldukça fark gösteren Halk Latincesiydi. Roma'nın genişlemesi Latinceyi Avrupa'nın geneline yaydı ve zamanla Halk Latincesi evrimleşti ve farklı konumlarda kerte kerte bir dizi belli Latin diline dönüştü. Fransızca, İtalyanca, Portekizce, Rumence ve İspanyolcayı içeren bu dillerin çoğu zamanla geliştikçe aralarındaki farklar da büyüdü. İngilizce kökende Romandan çok Cermen olsa da; İngilizce oldukça fazla Latince ve Latinceden-geliştirilmiş sözcük almıştır.

Güzel sanatlar

Roma edebiyatı başlangıcından beri Yunan yazarlardan oldukça etkilenmişti. Elimizdeki ilk yapıtlardan bazıları, Roma'nın erken askeri tarihini anlatan tarihi destanlardan oluşmaktadır. Cumhuriyet genişledikçe, yazarlar şiirler, güldürüler, tarih ve ağlatılar üretmeye başladılar. Vergilius Roma destan örneğinin doruk noktasını yansıtır. Aeneis'i; Eneas'ın Troya'dan kaçışının ve ileride Roma olacak kent yerleşiminin öyküsünü anlatır. Lucretius, De rerum naturasında, bir destan havasında bilimi açıklamaya çalışmıştır. Yergi türü Roma'da yaygındı ve yergiler Iuvenalis[175] ve Persius tarafından yazılmıştır. Cicero'nun retorik yapıtları İlk Çağ'da kaydedilmiş en iyi yazışma türlerinden bazıları olarak değerlendirilmektedir.

MÖ 3. yüzyılda, savaşlardan çapullanmış Yunan resmi yaygınlaşmaya başladı ve pek çok Roma evi Yunan ressamlarca açık hava resimleriyle süslendi. O dönemdeki büst sanatı[176] genç ve klasik orantılar kullanıyordu, sonradan gerçekçilik ve ülkücülüğün karışımına evrimleşti. Kabartma sanatında da gelişmeler yaşandı, Roma yengileri betimlendi.

Müzik günlük yaşamın büyük bir parçasıydı. Sözcüğün kendisi Yunanca μουσική (musiki), "Musaların sanatı", sözünden gelmektedir.[177] Pek çok özel olaylara ve halk olaylarına, geceleyin yemekten askeri geçit törenleri ve tatbikatlara değin her yerde çalan müzik eşlik ederdi. Yine de, herhangi bir antik müzik tartışmasında, uzman olmayan kişilere ve üstelik pek çok müzikçiye hatırlatılmalıdır ki çağdaş müziğimizi müzik yapan şeylerin çoğu yalnızca son 1.000 yıl içerisindeki gelişmelerin sonucudur ki; ezgi, ölçüler, armoni ve üstelik kullandığımız çalgılar yüzyıllar önce müzik yapmış ve dinlemiş Romalılara tanıdık gelmeyecektir.

Zamanla; kentsel gereksinimler değişerek inşaat mühendisliği ve bina yapım teknolojisi gelişip işlendikçe Roma mimarisinde düzeltmeler yapıldı. Roma betonu 2.000 yıl sonra bile bazı Roma yapıları görkemli bir biçimde dikildiğinden bir sır olarak kaldı.[178] Başkentin mimari tarzı, Roma denetimi ve etkisi altındaki diğer kentsel merkezlere öykünmüştür. Roma kentleri iyi tasarlanıyor, etkili biçimde yönetiliyor ve temiz bakılıyordu.

Spor ve eğlence

Roma kentinde Romalı askerler için bir tür talim bölgesi olan Campus Martius ("Mars'ın Alanı") adlı bir yer vardı. Sonradan, alan Roma'nın atletizm bölgesi durumuna geldi. Alanda; gençler oyun oynamak ve atlama, güreş, yumrukoyunu ve koşu gibi alıştırmalar yapmak için toplanırlardı. Binicilik sporu, atış ve yüzme de bedensel etkinlikler olarak yeğleniyordu. Kıra gidildiğinde, eğlence için balık tutuluyor ya da ava çıkılıyordu. Roma'daki masa üstü oyunları; zar (Tesserae ya da Beştaş), Roma Satrancı (Latrunculi), Roma Daması (Calculi), Üçtaş (Terni Lapilli), tavlanın ataları olan Ludus duodecim scriptorum ve Tabula'ydı.[179] Savaş arabası yarışları, müzik ve tiyatro gösterileri gibi insanları meşgul tutan birkaç başka etkinlik de vardı.

Din

Romalıların dini inançları MÖ 800 dolaylarındaki Roma'nın kuruluşuna dek dayanmaktadır. Yine de, çoğunlukla Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk ile bağdaştırılan Roma dini, Romalıların Yunan kültürüne rastladığı ve Yunan dini inançlarının çoğunu benimsedikleri MÖ 500 dolaylarına dek başlamamıştır. Özel ve kişisel tapınma, dini uygulamaların önemli bir yanıydı. Bir bakıma, her bir konut tanrılara bir tapınaktı. Her bir evin aile üyelerinin dualarını sunduğu, ayinlerini uyguladığı ve evin tanrılarıyla etkileşime girdiği bir sunağı (lararium) vardı. Romalıların tapındığı tanrıların çoğu Ön-Hint-Avrupalı tanrılardan geliyordu, diğerleriyse Yunan Tanrılarına dayanıyordu. En ünlü iki tanrı Jüpiter (Tanrıların Kralı) ve Mars (Savaş Tanrısı) idi. Akdeniz'in çoğunda yayılan kültürel etkisiyle, Romalılar hem yabancı tanrıları hem de Sinisizm ve Stoacılık gibi diğer felsefi gelenekleri kendi kültürlerine kabul etmeye başladılar.[180]

Askeriye

Yapısal tarih

Roma askeriyesinin yapısal tarihi; Romalı silahlı kuvvetlerinin örgütlenmesindeki ve oluşumundaki büyük kronolojik dönüşümleri belirtir. Roma askeriyesi Roma ordusu ve Roma donanması olarak bölünmüştü; gerçi bu iki erk çağdaş savunma kuvvetlerinde olduğundan daha az birbirinden ayrı durumdaydı. En üst düzey olan ordu ve donanma içerisinde, hem olumlu askeri yeniliğin bir sonucu olarak hem de kadroya ait yapısal evrim yoluyla yapısal değişiklikler ortaya çıktı.

Hoplit orduları (MÖ 509-315)

Bu dönemde Romalı askerler, savaşma tarzlarını Yunanlardan almış görünen kuzeydeki Etrüskleri örnek almış görünüyordu.[181] Geleneksel olarak, falanksın Roma ordusuna getirilişi kentin sondan ikinci kralına, Servius Tullius'a (MÖ 578'den 534'e dek hükmetti), yorulur.[182] Titus Livius[183] ve Halikarnaslı Dionisios'a[184] göre; en öndekiler, en iyi gereçleri satın alabilen en varlıklı yurttaşlardan oluşuyordu. Sonraki her bir sınıfsa bir öncekinden daha az varlıklı ve daha yoksul gereçleri olanlardan oluşmaktaydı.

Falanksın bir özelliği de; yalnızca geniş, açık alanlarda dövüşürken etkili olmasından dolayı İç İtalya'nın engebeli arazisinde dövüşen Romalıları dezavantajda bırakan durumuydu. MÖ 4. yüzyılda, Romalılar falanksı bırakarak daha esnek manipüle düzene geçtiler. Bu değişim ara sıra Marcus Furius Camillus'a yorulur ve MÖ 390'da Galyalı İstilası'nın hemen ardından yerleşmiştir. Yine de, belki İkinci Samnit Savaşı'nda (MÖ 326-304) Samnitlerin yengisinin bir sonucu olarak Roma'nın güneydeki düşmanları Samnitlerden alınmış olması daha olasıdır.[185][186]

Manipüle lejyon (MÖ 315–107)

Bu dönemde, (hem ağır hem de hafif piyadeden oluşan) 5.000 adamlı bir ordu düzeni bir lejyon olarak biliniyordu. Manipüle ordu; toplumsal sınıf, yaş ve askeri deneyime dayanıyordu.[187] Manipüller her biri tek bir piyade sınıfından çekilmiş 120 adamdan oluşan birimlerdi. Manipüller sıklıkla üç ağır piyade türüne dayanan üç ayrık hatta konuşlanıyorlardı.

Her bir manipülün ilk hattındakiler; tunç bir zırh göğüslük ve yaklaşık 30 cm (12 içinde olmak üzere) uzunluğunda 3 tüyle bezenmiş tunç bir tolga giyinen ve zırhlı odun bir kalkan taşıyan deri-zırhlı piyade askerleriydi. Bir kılıç ve iki atış mızrağıyla silahlandırılmışlardı. İkinci piyade hattı ilk piyade hattıyla eşit biçimde silahlanmış ve zırhlanmıştı. Yine de, ikinci piyade hattı sert bir pirinç tunç zırh göğüslükten daha hafif bir zırh giyiyordu. Üçüncü piyade hattı Roma ordusundaki hoplit-tarzda (ara sıra erken cumhuriyet sıralarında kullanılan Yunan-tarzda düzen) birliklerin kalıntılarıydı. Daha hafif bir mızrak taşımaları dışında ikinci piyade hattıyla eşit biçimde silahlanmış ve zırhlanmışlardı.[188]

Üç piyade sınıfı[189] Roma topluluğu içerisindeki toplumsal ayrılıklarla biraz yöndeşlik gösteriyor olabilirdi; ancak en azından resmi olarak üç hat toplumsal sınıftan çok yaş ve deneyime dayanıyordu. Genç, kendini kanıtlamamış adamlar ilk hatta hizmet ederlerdi, biraz askeri deneyimi olan daha yaşlı adamlar ikinci hatta hizmet ederdi ve ileri yaş ve deneyimdeki gazi birliklerse üçüncü hatta hizmet ederdi.

Manipüllerin ağır piyadeleri; bir dizi hafif piyade ve genellikle her bir manipüle lejyon için 300 atlı olan süvari birliklerince destekleniyordu.[189] Süvariler öncelikle en zengin Ekües sınıfından seçiliyordu. Orduyu belirli bir savaşçı görevi görmeden izleyen ve üçüncü hattın arkasına konuşlanan ek bir birlik sınıfı vardı. Orduya eşlik etmekteki başlıca görevleri; manipüllerde açılan bütün aralıkları doldurmaktı. Hafif piyade en genç ve en düşük toplumsal sınıflardan seçilen 1.200 zırhsız avcı eri birliklerinden oluşuyordu. Birkaç hafif ciritin yanı sıra bir kılıç ve küçük bir kalkanla silahlandırılıyorlardı.

Küçük bir donanma MÖ 300 sularında oldukça düşük bir düzeyde iş görüyordu; ancak büyük oranda gelişimi yaklaşık kırk yıl sonra, Birinci Pön Savaşı sırasında, olacaktı. Büyük bir yapım döneminin ardından, donanma Kartaca ("Pön") kalıbında 400 gemiden daha fazla bir boyuta türedi. Bitirildiğinde 100.000 denizciye kadar barındırabiliyordu ve birlikleri muharebeye götürmek üzere bindiriyordu. Donanma bundan sonra boyutta geriledi.[190]

Pön Savaşları'ndaki olağanüstü gereklilikler ve insan gücü sıkıntısı, manipüle lejyonun zayıflıklarını, kısa dönemde de olsa, ortaya çıkardı.[191] MÖ 217'de İkinci Pön Savaşı'nın neredeyse başında Roma, askerlerinin hem yurttaş hem de mülk sahibi olmasını gerektiren ve eskiden beri var olan ilkesini büyük oranda yok saymak zorunda kalmıştı. MÖ 2. yüzyıl sırasında, kısmen çeşitli savaşların neden olduğu büyük yitimlerden ötürü Romalı topraklarındaki nüfusta genel bir düşüş görüldü.[192] Bu duruma sert toplumsal gerilimler ve özellikle orta sınıfların çöküşü eşlik etti. Sonuç olarak Roma devleti, devletin harcamalarıyla askerlerini silahlandırmak zorunda kaldı ki geçmişte böyle bir şey yapmak zorunda kalınmamıştı.

Ağır piyade türleri arasındaki ayrım kaybolmaya başladı; çünkü belki de devlet artık tekbiçim teçhizatı sağlamakta sorumluluk kabul ediyordu. Üstelik var olan insan gücü kıtlığı, Roma'nın bağlaşıkları üzerinde bağlaşık birlikleri sağlaması gibi çok daha ağır bir yüke yol açtı.[193] En sonunda, Romalılar lejyonlarla yan yana çarpışması için paralı askerler tutmaya başlamak zorunda kaldı.[194]

Gaius Marius'un yeniliklerinin ardından lejyon (MÖ 107–27)

Marius Reformları'nın başlatıcısı Gaius Marius'un büstü.

Marius Reformları olarak bilinen bir süreçte Romalı Konsül Gaius Marius, Roma askeriyesi için bir yenilik izlencesini yürürlüğe soktu.[195] MÖ 107'de, bütün yurttaşlar, varlıkları ve toplumsal sınıfları ne olursa olsun, Roma ordusuna giriş için uygun duruma getirildi. Bu girişim, askerlik hizmeti için mülk gerekliliklerini kaldırarak yüzyıllardır yetişen aşamalı bir süreci resmîleştirmiş ve sonuçlandırmış oldu.[196] Üç ağır piyade sınıfı arasındaki çoktan kaybolmuş olan ayrım, tek bir ağır lejyoner-piyade sınıfına daraldı. Ağır piyade-lejyonerler yurttaş yığılımlarından seçilirken, yurttaş olmayan yabancılarsa hafif piyade rütbelerine atanmak için geldiler. Ordunun daha yüksek düzeydeki yetkilileri ve komutanları hala yalnızca Romalı aristokrasisinden seçiliyordu.[197]

Cumhuriyet'in başlarında olduğu gibi, lejyonerler artık topraklarını korumak için mevsimlik savaşmıyorlardı. Bunun yerine, kendilerine ölçünlü ödeme yapılıyor ve devletçe belirlenmiş bir süreliğine işe alınıyorlardı. Sonuçta askerlik görevi en çok, toplumun aylıklı bir ödemeyi çekici bulan en yoksul kesimlerine hoş görünmeye başladı. Bu gelişmenin denge bozucu bir sonucu da emekçi sınıfının devlet içerisinde daha güçlü ve daha yüksek bir konumu ele geçirmesiydi.[198]

Geç Cumhuriyet'in lejyonları yapısal olarak neredeyse bütünüyle ağır piyadeydi. Lejyonun ana alt-birimine kohort denirdi ve yaklaşık 480 piyade erinden oluşuyordu. Kohort bu nedenle daha erken manipül alt-biriminden çok daha geniş bir birimdi ve her biri 80 erden oluşan altı çentüryaya bölünmüştü.[199] Her bir çentürya da 8er adamdan oluşan 10 "çadır grubu"na ayrılmıştı. Lejyonlar ayrıca küçük bir topluluk olan ve genellikle 120 adamdan oluşan Roma lejyoner süvarilerini oluşturuyordu. Süvari birlikleri muharebe süvarilerinden çok keşif erleri ve ulaklar olarak kullanılıyorlardı.[200] Lejyonlar belki 60 adamdan oluşan ağır silah mürettebatını da barındırıyordu. Her bir lejyon çoğunlukla kendisiyle yaklaşık eşit sayıdaki bağlaşık (Romalı olmayan) birliklerle eşleştirilirdi.[201]

Yine de, Roma ordusunun en belirgin yoksunluğu olan süvari, özellikle ağır süvari, sıkıntısı aynen kaldı.[202] Roma'nın sınırları genişledikçe ve düşmanları büyük oranda piyade-tabanlı birliklerden büyük oranda süvari-tabanlı olanlara dönüştükçe, piyade-tabanlı Roma ordusu, özellikle Doğu'da, kendisini taktiksel bir dezavantajda bulmaya başladı.

Akdeniz'in zaptından sonra boyutta azalmanın ardından Roma donanması, birkaç yeni talebi karşılamak için Geç Cumhuriyet'te kısa dönemli gelişme ve yeniden canlanma geçirdi. Caesar yönetiminde, Britanya'nın işgalini sağlaması için Manş Denizi'nde bir işgal filosu kuruldu; Pompeius'un yönetimi altında, Akdeniz'i Kilikyalı korsanlardan temizlemek için büyük bir filo oluşturuldu. Bunu izleyen iç savaş sırasında, bin kadar gemi ya yapıldı ya da Yunan kentlerinden zorla hizmete alındı.[190]

Ayrıca bakınız

Kaynakça

Özel
  1. ^ a b c d e Taagepera, Rein (1979). "Size and Duration of Empires: Growth-Decline Curves, 600 B.C. to 600 A.D.". Social Science History. 3 (3/4). Social Science History, Vol. 3, No. 3/4. s. 125. doi:10.2307/1170959. JSTOR 1170959. 
  2. ^ "How Rome Destroyed Its Own Republic". history.com. 6 Kasım 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Ağustos 2022. 
  3. ^ Goldsworthy, In the Name of Rome, p. 15
  4. ^ Matyszak 2003, s. 40.
  5. ^ Matyszak 2003, s. 41.
  6. ^ Matyszak 2003, s. 42.
  7. ^ Abbott, 25
  8. ^ Abbott, 26
  9. ^ Grant, The History of Rome, p. 33
  10. ^ a b Florus, The Epitome of Roman History, Book 1, ch. 11
  11. ^ Grant, The History of Rome, p. 38
  12. ^ Grant, The History of Rome, p. 37 See also: Livy, The Rise of Rome, p. 89
  13. ^ Cassius Dio, The Roman History, Vol. 1, VII, 17
  14. ^ The Enemies of Rome, p. 13
  15. ^ Livy, The Rise of Rome, p. 96
  16. ^ Grant, The History of Rome, p. 41
  17. ^ Florus, The Epitome of Roman History, Book 1, ch. 12
  18. ^ Pennell, Ancient Rome, Ch. II
  19. ^ Florus, The Epitome of Roman History, Book 1, ch. 13
  20. ^ a b Livy, The Rise of Rome, p. 329 See also: Lane Fox, The Classical World, p. 283
  21. ^ Abbott, 28
  22. ^ Abbott, 37
  23. ^ Abbott, 42–43
  24. ^ Abbott, 44
  25. ^ Abbott, 45
  26. ^ Abbott, 46
  27. ^ Abbott, 47
  28. ^ a b Abbott, 48
  29. ^ Abbott, 52
  30. ^ Abbott, 51
  31. ^ Abbott, 53
  32. ^ Pennell, Ancient Rme, Ch. IX, para. 4
  33. ^ a b Grant, The History of Rome, p. 48
  34. ^ a b c d Pennell, Ancient Rome, Ch. IX, para. 13
  35. ^ a b Grant, The History of Rome, p. 49 See also: Pennell, Ancient Rome, Ch. IX, para. 14
  36. ^ Grant, The History of Rome, p. 52
  37. ^ Grant, The History of Rome, p. 53
  38. ^ MatyszakThe Enemies of Rome, p. 14
  39. ^ Grant, The History of Rome, p. 78
  40. ^ Lane Fox, The Classical World, p. 294
  41. ^ Cassius Dio, The Roman history, Vol. 1, VIII, 3
  42. ^ Lane Fox, The Classical World, p. 307
  43. ^ Pennell, Ancient Rome, Ch. XI, para. 1
  44. ^ Grant, The History of Rome, p. 80
  45. ^ Abbott, 63
  46. ^ Abbott, 65
  47. ^ Abbott, 66
  48. ^ Abbott, 77
  49. ^ Abbott, 80
  50. ^ Pennell, Ancient Rome, Ch. XII, para. 14
  51. ^ Lane Fox, The Classical World, p. 309
  52. ^ Goldsworthy, The Punic Wars, p. 113
  53. ^ Goldsworthy, The Punic Wars, p. 84
  54. ^ Goldsworthy, The Punic Wars, p. 88
  55. ^ Goldsworthy, In the Name of Rome, p. 29 See also: Matyszak, The Enemies of Rome, p. 25
  56. ^ Pennell, Ancient Rome, Ch. XIII, para. 15
  57. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; antiquityP153 isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: Kaynak gösterme)
  58. ^ Pennell, Ancient Rome, Ch. XV, para. 24
  59. ^ Goldsworthy, The Punic Wars, p. 338
  60. ^ Goldsworthy, The Punic Wars, p. 339
  61. ^ a b Matyszak, The Enemies of Rome, p. 47
  62. ^ Grant, The History of Rome, p. 115
  63. ^ Matyszak, The Enemies of Rome, p. 49
  64. ^ Grant, The History of Rome, p. 117
  65. ^ a b Grant, The History of Rome, p. 119
  66. ^ Lane Fox, The Classical World, p. 326
  67. ^ a b Grant, The History of Rome, p. 120
  68. ^ Goldsworthy, In the Name of Rome, p. 75
  69. ^ Goldsworthy, In the Name of Rome, p. 92
  70. ^ Matyszak, The Enemies of Rome, p. 53
  71. ^ History of Rome – The republic, Isaac Asimov.
  72. ^ Abbott, 96
  73. ^ Abbott, 97
  74. ^ Abbott, 98
  75. ^ Abbott, Frank Frost (1901). A History and Description of Roman Political Institutions. Elibron Classics. s. 100. ISBN 0-543-92749-0. 
  76. ^ Santosuosso. Storming the Heavens. s. 29. 
  77. ^ Matyszak, Philip (2004). The Enemies of Rome. Thames & Hudson. s. 64. ISBN 0-500-25124-X. 
  78. ^ a b c Florus, The Epitome of Roman history, Book 3, ch. 5
  79. ^ Matyszak, The Enemies of Rome, p. 76
  80. ^ Grant, The History of Rome, p. 158
  81. ^ Abbott, 103
  82. ^ Grant, The History of Rome, p. 161
  83. ^ Abbott, 104
  84. ^ Plutarhos. The Life of Sulla (İngilizce). s. 37. 
  85. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; Maximus isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: Kaynak gösterme)
  86. ^ Appian, Civil Wars, 1, 117
  87. ^ Santosuosso, Storming the Heavens, p. 43
  88. ^ Muharebede yenilen birliklere uygulanan cezada suçluluğuna bakılmaksızın her 10 askerden birisinin idam edilmesi uygulaması olan desimasyon sebebiyle III. Köle Savaşı boyunca 4 bin Romalı asker idam edilmiştir
  89. ^ Crassus bu uygulamaları neticesinde Romalı askerler tarafından düşmandan daha tehlikeli görülür
  90. ^ Abbott, 108
  91. ^ Abbott, 109
  92. ^ a b Lane Fox, The Classical World, p. 363
  93. ^ a b c Plutarch, Lives, Pompey
  94. ^ Florus, The Epitome of Roman history, Book 3, ch. 6
  95. ^ John Leach, Pompey the Great, p. 92
  96. ^ Abbott, 109–110
  97. ^ Abbott, 110
  98. ^ a b Abbott, 111
  99. ^ Plutarch, Caesar 11-12 19 Aralık 2019 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi; Suetonius, Julius 18.1 30 Mayıs 2012 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi
  100. ^ Plutarch, Julius 13 19 Aralık 2019 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi; Suetonius, Julius 18.2 30 Mayıs 2012 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi
  101. ^ Plutarch, Caesar 13-14 19 Aralık 2019 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi; Suetonius 19 30 Mayıs 2012 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi
  102. ^ Cicero, Atticus'a Mektuplar 2.1, 2.3, 2.17; Velleius Paterculus, Roma Tarihi 2.44 22 Temmuz 2023 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.; Plutarch, Caesar 13-14 19 Aralık 2019 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi, Pompey 47 20 Nisan 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Crassus 14 10 Nisan 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.; Suetonius, Julius 19.2 30 Mayıs 2012 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi; Cassius Dio, Roma Tarihi 37.54-58 28 Mayıs 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  103. ^ Suetonius, Julius 21 30 Mayıs 2012 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi
  104. ^ Abbott, 112
  105. ^ Abbott, 113
  106. ^ a b Plutarch, Lives, Caesar
  107. ^ Santosuosso, Storming the Heavens, p. 58
  108. ^ Cicero'nun "Verres'e Karşı" adlı konuşmalarında eski bir eyalet valisinin eyalet giderlerinden kendisine sağladığı yasa dışı zenginlikten dolayı mahkûm edilmesi anlatılır.
  109. ^ Cicero, Atticus'a mektuplar; Jül Sezar, Galya Savaşları Üstüne Yorumlar ; Appian, Galya Savaşları Epit. 3 18 Kasım 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.; Cassius Dio, Roma Tarihi 38.31-50
  110. ^ Jül Sezar, Galya Savaşları Üstüne Yorumlar ; Appian, Galya Savaşları Epit. 4 18 Kasım 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.; Cassius Dio, Roma Tarihi 39.1-5 29 Mayıs 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  111. ^ Jül Sezar, Galya Savaşı Üstüne Yorumlar; Cassius Dio, Roma Tarihi 40.33-42 22 Ocak 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  112. ^ Aulus Hirtius, Galya Savaşı Üstüne Yorumlar
  113. ^ Matyszak, The Enemies of Rome, p. 133
  114. ^ Plutarch, Lives of the Noble Grecians and Romans, p. 266
  115. ^ Plutarch, Caesar 60.2 19 Aralık 2019 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi
  116. ^ Suetonius, Julius 32 30 Mayıs 2012 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi
  117. ^ Abbott, 115
  118. ^ Julius Caesar, The Civil War, 81–92 See also: Goldsworthy, In the Name of Rome, p. 218
  119. ^ Abbott, 134
  120. ^ Abbott, 135
  121. ^ a b Abbott, 137
  122. ^ Abbott, 138
  123. ^ Suetonius, Julius 76 30 Mayıs 2012 tarihinde Archive.is sitesinde arşivlendi
  124. ^ Goldsworthy, In the Name of Rome, p. 227 See also: Lane Fox, The Classical World, p. 403
  125. ^ Holland, Rubicon, p. 312
  126. ^ Abbott, 133
  127. ^ a b Goldsworthy, In the Name of Rome, p. 237
  128. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; antiquityP170 isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: Kaynak gösterme)
  129. ^ Luttwak, The Grand Strategy of the Roman Empire, p. 7
  130. ^ Byrd, 161
  131. ^ Byrd, 96
  132. ^ Cicero, 239
  133. ^ Byrd, 44
  134. ^ Polybius, 133
  135. ^ a b Polybius, 134
  136. ^ Polybius, 135
  137. ^ Lintott, 42
  138. ^ Abbott, 251
  139. ^ a b c d e f g Polybius, 132
  140. ^ Abbott, 257
  141. ^ Cicero, 241
  142. ^ Lintott, 51
  143. ^ Taylor, 77
  144. ^ Taylor, 7
  145. ^ Abbott, 196
  146. ^ a b Abbott, 151
  147. ^ Lintott, 95
  148. ^ Lintott, 97
  149. ^ Cicero, 235
  150. ^ Lintott, 113
  151. ^ Byrd, 20
  152. ^ Byrd, 179
  153. ^ Byrd, 32
  154. ^ Byrd, 26
  155. ^ Byrd, 23
  156. ^ Byrd, 24
  157. ^ Cicero, 237
  158. ^ Kevin Greene, "Technological Innovation and Economic Progress in the Ancient World: M.I. Finley Re-Considered", The Economic History Review, New Series, Vol. 53, No. 1. (Feb., 2000), pp. 29–59 (39)
  159. ^ a b Scott, 404
  160. ^ Abbott, 1
  161. ^ Abbott, 2
  162. ^ Abbott, 6
  163. ^ "Resisting Slavery in Ancient Rome". BBC. 11 Nisan 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Haziran 2008. 
  164. ^ "Slavery in Ancient Rome". Kentucky Educational Television. 11 Nisan 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Haziran 2008. 
  165. ^ Pliny the Elder's Natural History, book 12 pp. 38
  166. ^ "Ancient Roman Clothing". Unrv.com. 15 Aralık 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Ekim 2010. 
  167. ^ "angusti-, angust- + (Latin: narrow, tight, slender, thin)". Wordinfo.info. 5 Nisan 2009 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Ekim 2010. 
  168. ^ "Romans' crimes of fashion revealed". BBC. 26 Ağustos 2003. 13 Nisan 2008 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Haziran 2008. 
  169. ^ "Me pascunt olivae, me cichorea levesque malvae." Horace, Odes 1.31.15, ca 30 BC
  170. ^ Phillips pg 46–56
  171. ^ Phillips pg 35–45
  172. ^ Phillipa pg 57–63
  173. ^ The Legacy of Roman Education (in the Forum), Nanette R. Pacal, The Classical Journal, Vol. 79, No. 4. (Apr. – May, 1984)
  174. ^ Oxford Classical Dictionary, Edited by Simon Hornblower and Antony Spawforth, Third Edition. Oxford; New York: Oxford University Press, 1996
  175. ^ Lucilius – the acknowledged originator of Roman Satire in the form practiced by Juvenal – experimented with other meters before settling on dactylic hexameter.
  176. ^ Toynbee, J. M. C. (Aralık 1971). "Roman Art". The Classical Review. 21 (3). ss. 439-442. doi:10.1017/S0009840X00221331. JSTOR 708631. Erişim tarihi: 11 Aralık 2007. 
  177. ^ "Mousike, Henry George Liddell, Robert Scott, A Greek-English Lexicon, at Perseus". 14 Mayıs 2008 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Eylül 2011. 
  178. ^ W. L. MacDonald, The Architecture of the Roman Empire, rev. ed. Yale University Press, New Haven, 1982, fig. 131B; Lechtman and Hobbs "Roman Concrete and the Roman Architectural Revolution"
  179. ^ Austin, Roland G. "Roman Board Games. I", Greece & Rome 4:10, October 1934. pp. 24–34.
  180. ^ Agathias, Histories, 2.31.
  181. ^ Nicholas V Sekunda, Early Roman Armies, p. 17.
  182. ^ Nicholas V Sekunda, Early Roman Armies, p. 18.
  183. ^ History of Rome, 1.43
  184. ^ Roman Antiquities, 4.16–18
  185. ^ Early Roman Armies, pp. 37–38.
  186. ^ "Rome, The Samnite Wars". History-world.org. 4 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Ekim 2010. 
  187. ^ Boak, A History of Rome to 565 A.D., p. 87
  188. ^ PolybiusB6
  189. ^ a b Santosuosso, Storming the Heavens, p. 18 Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi: "santosuossoP18" adı farklı içerikte birden fazla tanımlanmış (Bkz: Kaynak gösterme)
  190. ^ a b Webster, The Roman Imperial Army, p. 156 Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi: "websterP156" adı farklı içerikte birden fazla tanımlanmış (Bkz: Kaynak gösterme)
  191. ^ Smith, Service in the Post-Marian Roman Army, p. 2
  192. ^ Gabba, Republican Rome, The Army and The Allies, p. 9
  193. ^ Santosuosso, Storming the Heavens, p. 11
  194. ^ Webster, The Roman Imperial Army, p. 143
  195. ^ Santosuosso, Storming the Heavens, p. 10
  196. ^ Gabba, Republican Rome, The Army And the Allies, p. 1
  197. ^ SantosuossoP29
  198. ^ Gabba, Republican Rome, The Army and The Allies, p. 25
  199. ^ Luttwak, The Grand Strategy of the Roman Empire, p. 14
  200. ^ Webster, The Roman Imperial Army, p. 116
  201. ^ Luttwak, The Grand Strategy of the Roman Empire, p. 15
  202. ^ Luttwak, The Grand Strategy of the Roman Empire, p. 43
Genel

Dış bağlantılar