Günümüz dünyasında Otuz Yıl Savaşı, çeşitli alanlarda büyük önem kazanmış bir konudur. Politikada, toplumda, bilimde veya teknolojide olsun, Otuz Yıl Savaşı dünya çapında çok sayıda insanın dikkatini çekmeyi başardı. Etkisi o kadar önemlidir ki, etkisi günlük yaşamın farklı yönlerinde hissedilmiş, önemi ve sonuçları hakkında tartışmalara, tartışmalara ve düşüncelere yol açmıştır. Bu makalede Otuz Yıl Savaşı'in bugünkü rolünü daha ayrıntılı olarak inceleyeceğiz, farklı yönlerini analiz edeceğiz ve kamuya açık konuşmalarda nasıl bu kadar önemli bir yer işgal ettiğini anlamaya çalışacağız.
Otuz Yıl Savaşı ya da Otuz Yıl Savaşları, çoğunlukla Kutsal Roma İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde 1618'den 1648'e kadar sürmüştür. Avrupa tarihinin en yıkıcı savaşlarından birisi olan savaş sonucunda tahminen 4,5 ila 8 milyon arasında insan ölmüştür ve Almanya'nın bazı bölgelerinde %50'nin üzerinde nüfus düşüşü olmuştur.[19] Seksen Yıl Savaşı, Mantova Veraset Savaşı, Fransız-İspanyol Savaşı ve Portekiz Restorasyon Savaşı da Otuz Yıl Savaşı ile bağlantılı savaşlardır.
20. yüzyıla kadar, 16. yüzyıl Reformasyonu ile başlayan Alman mezhep mücadelesinin bir parçası olarak görülüyordu. 1555 Augsburg Barışı, İmparatorluğu Lüterci ve Katolik devletlere böldü fakat sonraki 50 yıl boyunca Protestanlığın anlaşılan sınırların ötesine yayılması, İmparatorluk otoritesini istikrarsızlaştırdı. Din ve mezhep, savaşı başlatan önemli bir faktör olmasına rağmen tarihçiler bu mücadelenin Avusturya ve İspanya'da hakimiyet süren Habsburglar ile Fransa'nın Bourbon Hanedanı arasındaki Avrupa hakimiyeti rekabetin sonucunda çıktığına inanıyorlar.[20]
Savaş, 1618'de II. Ferdinand'ın Bohemya Kralı görevinden alınması ve yerine Pfalz Elektörü V. Frederick'in geçmesiyle başladı. Bohemya İsyanı çabucak bastırılmış olsa da savaş, Hollanda Cumhuriyeti ve İspanya arasındaki Seksen Yıl Savaşları'na katılan ve burada stratejik önemi anlaşılan Pfalz'a doğru genişledi. Danimarka Kralı IV. Christian ve İsveç Kralı Gustaf Adolf gibi hırslı yabancı liderler de İmparatorluk içinde bulunan toprakları olduğu için çeşitli aralıklarla savaşa katıldılar. Dış müdahaleler, başta bir iç hanedan-veraset anlaşmazlığı olarak başlayan şeyi, Avrupa çapında ve çok daha yıkıcı bir savaşa dönüştürdü.
Savaşın 1618'den 1635'e kadar süren ilk safhası, öncelikle Kutsal Roma İmparatorluğu'nun Alman prensleri arasında, dış güçlerin de destekleyici bir rol oynadığı bir iç savaştı. 1635'ten sonra İmparatorluk, İsveç ve Fransa'nın İspanya ile müttefik olan İmparator III. Ferdinand'ın arasındaki daha büyük bir savaşa dönüştü. Savaş, hükümleri Bavyera ve Saksonya gibi devletlere İmparatorluk içinde daha fazla özerklik ve Hollanda'nın bağımsızlığının İspanya tarafından kabul edilmesini sağlayan 1648 yılındaki Vestfalya Barış Antlaşması ile bitti. Savaş, Habsburgları Fransa karşısında zayıflatırken Avrupa güç dengesini değiştirdi ve XIV. Louis'in zaferlerinin önünü açtı.
1552 Passau Barışı, Kutsal Roma İmparatorluğu'ndaki Protestanlar ve Katolikler arasındaki Schmalkaldik Savaşı'nı sona erdirirken; 1555 Augsburg Barışı, mevcut sınırları sabitleyerek gelecekteki savaşları önlemeye çalıştı. "Cuius regio, eius religio" ilkesine göre, devletler ya o zamanlar Protestanlığın en yaygın biçimi olan Lüterciydi ya da yöneticilerinin dininden dolayı Katolikti. Diğer maddeler, Donauwörth gibi şehirlerdeki önemli dini azınlıkları korudu ve Passau'dan bu yana Katolik Kilisesi'nden alınan mülklerin Lütercilerin mülkiyetinde olduğu onaylandı.[21]
Augsburg Barışı, Protestanlığın 1555 sınırlarının ötesine daha önce Katolikliğin egemen olduğu bölgelere yayılmasıyla baltalandı. Ayrıca, Augsburg'a göre tanınmayan diğer Reform sonucu doğmuş inançlar, özellikle de hem Lüterciler hem de Katolikler tarafından düşmanca gözle bakılan Kalvinizm'in de giderek büyümesi yeni bir çatışma ortamı yaratıyordu.[22] Daha sonra, dinin yerini ekonomik ve politik hedefler aldı. Lüterci Saksonya, Danimarka-Norveç ve İsveç, Baltık ticareti konusunda hem birbirleriyle hem de Kalvinist Brandenburg ile rekabete başladı.[23]
Bu sorunları yönetmek, İmparatorluğun parçalanmış doğası ve Almanya, Aşağı Ülkeler, Kuzey İtalya ve modern Fransa'daki Alsas ve Franche-Comté'ye yayılmış 300 İmparatorluk devletini içeren temsili kurumlar nedeniyle oldukça zordu. Bunların boyutları ve önemleri Kutsal Roma İmparatoru seçimlerine oy veren yedi Elektör prensten prens-başpiskoposlara ve Hamburg gibi özgür imparatorluk şehirlerine kadar uzanıyordu. Buna ek olarak her biri savunma ve vergilere odaklanan ve genellikle özerk organlar olarak faaliyet gösteren bir İmparatorluk çemberine aitti. Üstlerinde ise 1663'ten önce düzensiz bir şekilde toplanan ve öncelikle yasalardan ziyade bir tartışma meclisi olan İmparatorluk Diyeti bulunuyordu.[24] [l]
İmparatorlar seçimle gelmesine rağmen 1440'tan beri İmparator Habsburg ailesinin bir üyesinden oldu. İmparatorluk içerisindeki en büyük toprak sahibiydiler ve Avusturya Arşidüklüğü, Bohemya ve Macaristan da dahil olmak üzere sekiz milyondan fazla insanı içeren bölgeleri yönettiler. Habsburg imparatorları ayrıca İspanya'ya da ayrı bir tüzellik verene kadar 1556'ya kadar yönettiler. İspanya, Milano Dükalığı da dahil olmak üzere İmparatorluk çıkarlarını korudu ve ailenin iki kolu sıklıkla işbirliği yaptı fakat hedefleri her zaman aynı değildi. İspanyol İmparatorluğu, Hollanda'yı, Milano'yu, Napoli Krallığı'nı, Filipinleri ve Amerika'nın çoğunu yöneten küresel bir deniz kuvvetiydi. Avusturya ise Almanya'da ve Osmanlı İmparatorluğu'na karşı doğu sınırında üstün bir konum elde etmeye çalışan kara kökenli bir güçtü.[26]
Augsburg'dan önce, mezhep birliği, güçlü bir merkezi otoritenin eksikliğini telafi ediyordu. İlk çatlaklar oluşmaya başladığında imparatorluğu daha da zayıflatmak isteyenler için fırsat doğdu. Bunlar içerisinde Lüterci Saksonya ve Katolik Bavyera gibi hırslı İmparatorluk devletleri ile Kuzey, Güney ve Pireneler boyunca sınırlarında Habsburg varlığıyla karşı karşıya kalmış Fransa da vardı. Bir diğer sıkıntı da birçok yabancı hükümdarın aynı zamanda İmparatorluk prensleri olması ve onları kendi iç anlaşmazlıklarına dahil etmesiydi. Örneğin Danimarka Kralı IV. Christian, 1625'te savaşa Holstein Dükü olarak katılmıştı.[27]
Kimi anlaşmazlıklar, hükümdarlarının Kalvinist olmasına yol açan 1583-1588 Köln Savaşı gibi tam ölçekli savaşlarla sonuçlandı. Donauwörth'deki 1606 Bayraklar Savaşı gibi ufak olaylar daha yaygındı, Lüterci çoğunluk Katolik dini alayını engellemesiyle ayaklanmalar patlak verdi. İmparator Rudolf, Bavyera Elektörü Maximilian'ın Katolikler adına müdahalesini onayladı. Karşılığında ise şehri ilhak etmesine izin verildi ve Augsburg'da kararlaştırıldığı gibi şehrin resmi dini Lütercilikten Katolikliğe dönüştü.[28]
Şubat 1608'de İmparatorluk Diyeti açıldığında hem Lüterciler hem de Kalvinistler, Augsburg'da anlaşılan sınırlara resmi olarak yeniden dönmek üzere birleştiler. Bunun üzerine Habsburg varisi Arşidük Ferdinand, mahkemenin daha önce verdiği kararları dikkate almadan 1555'ten beri Katolik kilisesinden alınan tüm mülklerin derhal geri verilmesini istedi. Bu talep ile tüm Protestanlar tehdit edildi ve Diyet felç oldu, ayrıca İmparator tarafsızlığı algısı da ortadan kalkmış oldu.[29]
Merkezi otoriteye olan inancın kaybolması üzerine şehirlerin ve yöneticilerin tahkimatlarını ve ordularını güçlendirmeye başlaması anlamına geliyordu, bu dönemde dışarıdan gelen gezginler, bu dönemde artan Alman militarizasyonu hakkında çeşitli gözlemlerde bulunmuşlardır.[30] Gerilim, 1608'de, Pfalz Elektörü IV. Frederick'in Protestan Birliği'ni kurması ve Maximilian'ın Temmuz 1609'da Katolik Ligi'ni kurarak karşılık vermesiyle daha da büyüdü. Her iki birlik de öncelikle liderlerinin güç ve hırslarını desteklemek için kuruldu fakat Jülich Veraset Savaşı'nda her iki tarafın varlığı İmparatorluk içindeki tansiyonu daha da arttırdı.[31] Bazı tarihçiler, Jülich Veraset Savaşı'nın Otuz Yıl Savaşı'nın başlangıcı olduğunu söylüyorlar. Savaş, İspanya ve Avusturya'nın Katolik adayı, Fransa ve Hollanda Cumhuriyeti'nin Protestan adayı desteklemesi üzerine çıktı.[32]
Dış güçler, İspanya ve Hollanda Cumhuriyeti arasındaki Seksen Yıl Savaşları'nı durduran 1609 12 Yıllık Ateşkes'inin de imzalanmasıyla bir Alman iç anlaşmazlığına dahil oldular. Hollanda ve İspanya arasındaki savaş yeniden başlamadan önce, İspanyol Hollandası komutanı Ambrosio Spinola'nın İtalya'daki Habsburg topraklarını Flandre'ye bağlayan İspanyol Yolu adlı karayolunu güvence altına alması gerekiyordu. Bu sayede, Hollanda donanmasının güçlü olduğu deniz yerine askerleri ve malzemeleri kara yoluyla taşımasına izin veriyordu. 1618 yılında İspanya tarafından kontrol edilmeyen tek kısım Pfalz Elektörlüğü'ydü.[33]
İmparator Matthias'ın çocuğu olmadığı için Temmuz 1617'de İspanya kralı III. Felipe, Ferdinand'ın Bohemya ve Macaristan kralı olarak seçilmesini desteklemeyi kabul etti. Buna karşılık Ferdinand, Kuzey İtalya ve Alsas'da İspanya'ya ayrıcalıklar verecekti ve Hollanda'ya karşı yapacakları saldırıları destekleyecekti. Bu taahhütleri yerine getirmek için Kutsal Roma İmparatoru olarak da seçilmesi gerekiyordu. Rakiplerinden birisi, kendisine ait olduğunu düşündüğü bir bölgede İspanyol etkisinin artmasına karşı çıkan ve adaylığını desteklemek için Saksonya ve Pfalz ile bir koalisyon oluşturmaya çalışan Bavyeralı Maximilian'dı.[34]
Üçüncü bir aday, 1610'da babasının yerine geçen ve daha sonra 1613'te İngiltere Kralı I. James'in kızı Elizabeth Stuart ile evlenen Kalvinist Pfalz Elektörü V. Frederick'ti. Elektörlerin dördü Katolik, üçü Protestandı. Bir oyun değişmesiyle Protestan bir İmparator seçilebilirdi. Ferdinand, 1617'de Bohemya kralı seçildiğinde Bohemya'nın seçim oyu kontrolünü de ele geçirdi. Bununla birlikte muhafazakar Katolik olması, haklarının ellerinden alınması endişesi taşıyan Protestan soylular arasında onu sevilmeyen adam yaptı. 1618 Mayıs'ında bütün bu faktörlerin birleşmesiyle Bohemya İsyanı ortaya çıktı.[35]
Cizvit eğitimi almış Ferdinand, sapkınlığa tahammül etmektense sapkınların yok edilmesini tercih ediyordu. 1595'te Steiermark Dükalığı'na hükmetmek için atandı ve on sekiz ay içerisinde daha önce Reform'un kalesi olan yerlerde Protestanlığı ortadan kaldırdı.[36] Hollanda'yı geri almaya çalışan İspanya Habsburgları, Protestanları düşmanlaştırmaktan kaçınıyordu ve Ferdinand'ın koyu Katolikliğinin tehlikeli olduğunu biliyorlardı fakat başka çarelerinin olmadığını da kabul ediyorlardı.[37]
Ferdinand, 1617 Mayıs'ında Bohemya kralı seçildiğinde Protestanların dini özgürlüklerini yeniden onayladı fakat Steiermark'taki sicili, Protestanları alaşağı etmek için bir şans beklediği şüphesine yol açtı. Mülkiyetle alakalı bazı anlaşmazlıkların tümü Katolik kilisesi lehine çözüldüğünde bu endişeler daha da arttı. Mayıs 1618'de Kont Thurn önderliğindeki Protestan soylular Prag Kalesi'nde Ferdinand'ın iki Katolik temsilcisi olan Vilém Slatava ve Jaroslav Bořita ile bir araya geldi. Prag'ın Üçüncü Defenestrasyonu olarak bilinen olayda, iki temsilci ve sekreterleri Filip Fabricius, üçü de hayatta kalmasına rağmen kale pencerelerinden dışarı atıldı.[37]
Thurn, Bohemya'da Protestan ağırlıklı bir hükûmet kurdu ve huzursuzluk Silezya'ya ve soyluların çoğunun Protestan olduğu Aşağı ve Yukarı Avusturya'nın Habsburg bölgelerine yayıldı. Bu bölgelerin kontrolünü kaybetmek tüm Habsburg devletini tehdit ederken aynı zamanda Bohemya İmparatorluğu'nun en gelişmiş ülkelerinden birisiydi ve seçim oyu Ferdinand'ın Matthias'ın ardından İmparator seçilmesi için çok önemliydi. Bu durumda, Avusturya Habsburgları için Bohemya'nın yeniden ele geçirilmesi hayati önem taşıyordu fakat kronik mali zayıflık, bunu başarmak için gerekli kaynaklar için onları Maximilian ve İspanya'ya bağımlı hale getirdi.[38]
Fransa kralı XIII. Louis koyu bir Katolikti, ülkesinde Protestan isyancılarla mücadele ediyordu ve Protestanları başka bir yerde desteklemeyi de reddediyordu. Fakat İspanya'nın savaşa katılımı, Hollanda ve Fransa'yı da savaşın içine çekiyordu. Bohemya İsyanı aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu ve Savoy Dükalığı da dahil olmak üzere Habsburgların dış düşmanları için de bir fırsat sağlıyordu. Frederick ve Savoy Dükü tarafından finanse edilen, Ernst von Mansfeld komutasındaki bir paralı asker ordusu, Bohemyalı isyancıları desteklemek üzere yollandı. Maximilian ve Saksonya Elektörü John George'nin çözüm bulmak için yaptıkları arabuluculuk, Matthias Mart 1619'da öldüğünde sona erdi çünkü birçok prens otoritesini ve nüfuzunu kaybetmenin Habsburglara ölümcül bir yara verdiğine inanıyordu.[39]
Haziran 1619'un ortalarında, Thurn komutasındaki Bohemya ordusu Viyana yakınlarındaydı ve Mansfeld'in Sablat'ta İmparatorluk orduları tarafından yenilmesi Mansfeld'i Prag'a dönmeye zorlamasına rağmen Ferdinand'ın durumu daha da kötüleşmeye devam etti.[40] Erdel'in Kalvinist prensi Gabriel Bethlen, Habsburglar onu doğrudan müdahaleden kaçınması için ikna etmişti fakat Osmanlı desteğiyle Bethlen Macaristan'ı işgal etti. Osmanlılar 1620'te Lehistan ile ve ardından 1623-1639 yılları arasında Safevi savaşı ile odak noktası başka bir yere kaydı ve Habsburgların işi kolaylaştı.[41]
19 Ağustos'ta Bohemyalı soylular, Ferdinand'ın 1617'de kral olarak seçilmesini iptal ettiler ve 26'sında resmi olarak tacı Frederick'e sundular, iki gün sonra Ferdinand Kutsal Roma İmparatoru olarak seçildi ve Frederick bu teklifi kabul ederse savaş kaçınılmaz bir hale gelecekti. Anhalt Prensi I. Christian dışında Frederick'in bütün danışmanları, Hollandalılar, Savoy Dükü ve kayınpederi I. James bile ona tacı reddetmesini söylediler. 17. yüzyıl Avrupa'sı oldukça yapılandırılmış ve sosyal olarak inanılmaz muhafazakar bir toplumdu ve dini ne olursa olsun yasal olarak seçilmiş bir hükümdarın görevden alınmasını doğru bulmuyorlardı.[42]
En nihayetinde Frederick tacı kabul edip Ekim 1619'da Prag'a girmesine rağmen kendisine verilen destek, önündeki birkaç ay içinde yavaş yavaş azaldı. Temmuz 1620'de Protestan Birliği tarafsızlığını ilan ederken Saksonya Elektörü John George Lausitz karşılığında Ferdinand'ı desteklemeyi kabul etti ve Bohemya'daki Lütercilerin haklarının korunması sözünü de aldı. Maximilian tarafından finanse edilen Johann Tserclaes'in yönettiği birleşik bir İmparatorluk-Katolik Ligi ordusu Bohemya'yı işgal etmeden önce Aşağı ve Yukarı Avusturya bölgesini sakinleştirdi ve burada Kasım 1620'de Beyaz Dağ Muharebesi'nde Anhalt Prensi I. Christian'ı yendiler. Savaş belirleyici olmasa da kırsal kesimin İmparatorluk orduları tarafından tahrip edilmesi, isyancılardaki maaş eksikliği, malzeme sıkıntısı ve hastalıklar nedeniyle isyancıların moralleri bozuldu. Frederick Bohemya'dan kaçtı ve isyan tam anlamıyla çöktü.[43]
Alman prensleri Frederick'in tacı bırakmasının ardından anlaşmazlığın Bohemya ile sınırlı kalacağını umdular ancak Maximilian'ın hırsları bunu imkansız hale getirdi. Ekim 1619'da Münih Antlaşması'nda Ferdinand, Pfalz'ın elektörlüğünü Bavyera'ya devretmeyi ve Bavyera'nın Yukarı Pfalz'ı ilhak etmesine izin vermeyi kabul etti.[44] Daha önce Ferdinand'ı destekleyen Protestanlar buna karşı çıktılar çünkü yasal olarak seçilmiş Bohemya kralının tahttan indirilmesine karşıydılar ve şimdi aynı gerekçelerle Frederick'in görevinden alınmasına karşı çıktılar. Antlaşmayı hayata geçirmek, çatışmayı İmparatorluk otoritesi ile "Alman özgürlüğü" arasında bir çekişmeye dönüştürürken Katolikler olaya 1555'ten beri kaybedilen toprakları geri kazanma fırsatı olarak bakıyordu. Bu fikirler İmparatorluğun büyük bir bölümünü istikrarsızlaştırdı.[45]
Pfalz'ın stratejik önemi ve İspanyol Yolu'na olan yakınlığı dış güçleri de savaşa çekti. Ağustos 1620'de Spinola ve Córdoba komutasındaki İspanyollar Aşağı Pfalz'ı işgal etti. İngiltere Kralı I. James, damadına yapılan bu saldırıya, Amerika ve Akdeniz'deki İspanyol topraklarını tehdit etmek için deniz kuvvetleri göndererek karşılık verdi ve Spinola 1621 baharına kadar birliklerini geri çekmezse savaş ilan edeceğini söyledi. Bu söylemleriyle, onu İspanyol yanlısı olarak gören ve Protestan davasına ihanet ettiğini düşünen Parlamento'daki muhaliflerini yatıştırdı.[46] Bununla birlikte İspanya Başbakanı Olivares, olanları müzakere açmaya davet olarak yorumladı ve bir İngiltere-İspanya ittifakı karşılığında Frederick'e Renanya'daki topraklarını geri vermeyi teklif etti.[47]
Frederick, bütün topraklarının ve unvanlarının iadesini talep ediyordu fakat bu da Münih Antlaşması ile bağdaşmıyordu ve bununla birlikte Frederick'in barışa ulaşma hayalleri hızla buharlaştı. Seksen Yıl Savaşları, Nisan 1621'de yeniden başladığında Hollandalılar, topraklarını geri kazanmak için Frederick'e askeri destek sağladı ve Mansfeld'in komutası altında İngiliz sübvansiyonlarıyla parası ödenen bir paralı asker ordusu yolladı. Sonraki 18 ay boyunca İspanyol ve Katolik Ligi orduları zaferler kazandı. Kasım 1622'ye kadar Sir Horace Vere komutasındaki küçük bir İngiliz garnizonu tarafından tutulan Frankenthal dışında Pfalz'ın çoğunu ele geçirdiler. Mansfeld'in ordusunun kalıntıları, Frederick'in de yaptığı gibi Hollanda Cumhuriyeti'ne sığındı. Kasım 1632'deki ölümüne kadar Frederick zamanının çoğunu Lahey'de geçirdi.[48]
Şubat 1623'te İmparatorluk Diyeti'nin bir toplantısında Ferdinand, Frederick'in unvanlarını, topraklarını ve elektörlüğünü Maximilian'a devreden hükümleri zorla kabul etti. Bunu, İspanyolların ve Protestan üyelerin yoğun muhalefetine rağmen Katolik Ligi'nin desteğiyle yaptı. Pfalz Elektörlüğü artık yoktu. Mart'ta I. James Vere'ye Frankentahl'ı teslim etmesi talimatını verirken Tserclaes'in Ağustos'ta Stadtlohn'da Brunswick Dükü Genç Christian'ı yenmesiyle askeri hareketlilik bitti.[49] Bununla birlikte savaşa İspanya ve Hollanda'nın girmesi savaşın uluslararasılaştırılmasında önemli bir adımdı. Frederick'in topraklarının ve unvanlarının alınması, diğer Protestan prenslerin kendi haklarını ve topraklarını korumak için silahlı direnişi düşünmeye başlamaları anlamına geliyordu.[50]
Saksonya'nın Yukarı Sakson Çemberi'ne ve Brandenburg'un da Aşağı Sakson Çemberi'ne hakim olmasıyla birlikte her iki prenslik de Bohemya ve Pfalz'daki seferler sırasında tarafsız kaldı. Bununla birlikte Frederick'in 1623'te mülklerine el konulması Saksonya Elektörü John George ve Bradenburg Elektörü Kalvinist George William için Ferdinand'ın Protestanlar tarafından yönetilen eski Katolik piskoposluklarının geri almayı amaçladığı anlamına geliyordu. Tserclaes, 1625'in başlarında Halberstadt'taki Roma Piskoposluğunu yeniden kurduğunda bu çekinceler doğrulanmış oldu.[51]
Holstein Dükü olarak IV. Christian da Aşağı Sakson Çemberi'nin bir üyesiydi ve Danimarka ekonomisi ise Baltık ticaretine ve Øresund üzeirnden yapılan transit geçişlere dayanıyordu.[52] 1621'de Hamburg, Danimarka'nın denetimini kabul ederken Christian'ın oğlu Frederick Lübeck, Bremen ve Verden'in müşterek yöneticisi oldu ve Elbe ve Weser nehirlerinde Danimarka kontrolü sağlandı.[53]
Ferdinand, Wallenstein'a Frederick'e karşı verdiği destek için Bohemyalı isyancıların el konulan mülkleriyle ödeme yapmıştı ve şimdi yine Wallenstein ile benzer bir sözleşmeyle kuzeyi ele geçirmek için sözleşme imzaladı. Mayıs 1625'te Aşağı Sakson devletleri, direnişsiz olmamakla beraber Christian'ı askeri komutanları olarak seçti. Saksonya ve Brandenburg, Danimarka ve İsveç'i rakip olarak gördüklerinden İmparatorluk işlerine karıştırmaktan kaçınmak istediler. Almanya'daki çatışma, Fransa ile İspanya ve Avusturya'daki Habsburg rakipleri arasındaki daha geniş bir mücadelenin bir parçası haline geldiğinden barışçıl bir çözüm için müzakere girişimleri başarısız oldu.[6]
Haziran 1624 Compiègne Antlaşması'nda Fransa, Hollanda'nın İspanya'ya karşı yürüttüğü savaşını en az üç yıllığına sübvanse etmeyi kabul ederken Aralık 1625'teki Lahey Antlaşması'nda ise Hollandalılar ve İngilizler Danimarka'nın İmparatorluk'a müdahalesini finanse etmeyi kabul ettiler.[m] Ferdinand'a karşı daha büyük bir koalisyon kurmayı umut eden Hollandalılar; Fransa, İsveç, Savoy ve Venedik Cumhuriyeti'ni koalisyona katılmaya davet etti fakat yaşanan olaylar koalisyonu gölgede bıraktı.[55] 1626'nın başlarında, koalisyonun ana mimarı Kardinal Richelieu, Fransa'da yeni bir Huguenot isyanıyla karşı karşıya kaldı ve Mart'ta Monzón Antlaşması ile Fransa, İspanyol Yolu'nu yeniden açarak Kuzey İtalya'dan çekildi.[56]
Hollanda ve İngiliz sübvansiyonları, Christian'ın iddialı bir üç parçalı sefer planı tasarlamasını sağladı; Asıl kuvvetler Weser'den güneye inerken Mansfeld Brunswick Dükü Christian ve Hesse-Kassel Landgraveı Maurice liderliğindeki güçler tarafından desteklenecek ve Magdeburg'daki Wallenstein'a saldıracaktı. Avantajları çabucak kayboldu; Mansfeld, Nisan ayında Dessau Köprüsü Muharebesi'nde yenildi ve Maurice ona destek olmayı reddetti, Brunswick Dükü Christian da Wolfenbüttel'e geri döndü ve kısa bir süre sonra hastalıktan öldü. Danimarkalılar Ağustos'ta Lutter Muharebesi'nde ağır bir şekilde yenildiler ve Mansfeld'in ordusu Kasım'daki ölümünün ardından dağıldı.[57]
Hesse-Kassel ve Saksonya gibi Christian'ın Alman müttefiklerinin çoğu, İmparatorluk içerisinde Danimarka egemenliğini istemiyorken Lahey Antlaşması'nda kararlaştırılan sübvansiyonların da çok azı ödendi. İngiltere Kralı I. Charles, Christian'ın 9,000 İskoç paralı asker toplamasına izin verdi ancak gelmeleri uzun sürdü ve Wallenstein'in ilerlemesini yavaşlatsalar da durdurmaya yetmedi.[58] 1627'nin sonunda Wallenstein Mecklenburg, Pomeranya ve Yutland'ı işgal etti ve Danimarka'nın Baltık Denizi üzerindeki egemenliğine meydan okuyabilecek bir filo inşa etme planlarına başladı. Hollanda'ya karşı yeni bir cephe açma fırsatı da doğduğu için İspanya tarafından da desteklendi.[59]
Mayıs 1628'de yardımcısı von Arnim, yeterince büyük gemi inşa tesislerine sahip tek liman olan Stralsund'u kuşattı ancak bu olay İsveç'i de savaşa soktu. Gustaf Adolf, aynı zamanda vali olarak atanan Alexander Leslie'nin komutasındaki Stralsund'a bin İskoç ve İsveç askeri gönderdi.[60] Von Arnim 4 Ağustos'ta kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı, ancak üç hafta sonra Christian Wolgast'ta başka bir yenilgiye uğradı. Son zaferlerine rağmen İsveç'in müdahale olasılığından korkan ve bu nedenle barış yapmak isteyen Wallenstein ile müzakerelere başladı.[61]
Mantova Veraset Savaşı'nın patlak vermesiyle sıkıntıya giren Avusturya kaynaklarını da düşünen Wallenstein, Ferdinand'ı Haziran 1629'da Lübeck Antlaşması'nın nispeten yumuşak şartlarını kabul etmeye ikna etti. Christian, Bremen ve Verden'den vazgeçmesi ve Alman Protestanlarına verdiği desteği bırakmasına karşılık Schleswig ve Holstein'deki topraklarını elinde tuttu. Danimarka 1864'e kadar Schleswig ve Holstein topraklarını elinde tutarken bu antlaşma ile İskandinavya'daki baskın konumunu fiilen kaybetti.[62]
Bir kez daha zafer elde etmek için kullanılan taktikler savaşın neden sona ermediğinin de cevabıydı. Ferdinand, Wallenstein'e olan borcunu, rakiplerinin mülklerine el koymasına, şehirlerden fidye almasına ve adamlarının, müttefik ya da düşman olmasına bakmaksınız geçtikleri tüm toprakları yağmalamasına izin vererek ödedi. Wallenstein'in artan gücüne karşı artan öfke, bu tür taktiklerinden ve Ferdinand'ın Mecklenburg Dükü'nü görevden alıp yerine Wallenstein'i atamasıyla 1628'in başlarında zirveye ulaştı. Bu atama, dinden bağımsız olarak tüm Alman prensliklerini birleştirmiş olsa da Bavyera Elektörü Maximilian'ın Pfalz'ı almasıyla rakiplerini tehlikeye düşürdü. Protestanlar Frederick'in unvan ve topraklarının iade edilmesini ve 1618 öncesine dönülmesini istiyorken Katolik Ligi yalnızca 1627 yılının baz alınmasını istiyordu.[63]
Başarılı olacaklarına aşırı güvenen Ferdinand, Mart 1629'da 1555'ten sonra Katolik kilisesinden alınan tüm toprakların geri alınacağını duyuran bir İade Fermanı'nı çıkardı. Teknik olarak yaptığı yasal olsa da politik olarak hiç akıllıca değildi çünkü bu fermanla Kuzey ve Orta Almanya'daki hemen hemen her eyalet sınırı değişecek, Kalvinizmin varlığını inkâr edecek ve yaklaşık bir yüzyıldır önemli bir varlığının olmadığı bölgelerde Katolikliği yeniden tesis edecekti. İlgili prensliklerin hiçbirinin kendisiyle aynı fikirde olmayacağını çok iyi bilen Ferdinand, İmparatorluk fermanı yöntemini kullanarak bir kez daha danışmadan yasaları değiştirme hakkını kullanmış oldu. "Alman özgürlüğüne" yönelik bu yeni saldırı, muhalefetin daha sert devam etmesini sağladı ve önceki başarısını baltaladı.[64]
İsveç Kralı Gustaf Adolf, yalnızca dini bir bölünme yüzünden İmparator Ferdinand'ın stratejik düşmanı değildi. Gustaf, önceki yıllarda Polonya-Litvanya'ya karşı savaşmış, ordusunu yeniden organize ve modernize etmişti. Polonya-Litvanya tahtı, İsveç tahtında da hak sahibi olan ve savaşta Ferdinand tarafından desteklenen Gustaf'ın Katolik kuzeni Zygmunt'a geçmişti. İmparatorluk içinde, Hesse-Kassel dükleri gibi sadece birkaç ve dağınık Protestan prens İmparatorun gücünün artmasına hala açıkça karşı çıkıyordu. 1628'de İmparatorluk, Hansa Birliği'nin bir üyesi olan Stralsund'u kuşattı. İsveç, kuşatmanın Baltık Denizi üzerindeki İsveç egemenliğine bir tehdit olarak kullanılmasını önlemek için Stralsund direnişçilerini destekledi. Fransa İsveç'in müdahale yapmasından yanaydı fakat Fransa da Katolik olduğu için Başbakan Kardinal Richeliueu, Katolikliğe açıkça karşıymış gibi gözükmemek için sadece mali yardımlarda bulundu. Richelieu'nun politikasını, "İspanya'nın ilerlemesini durdurmak" ve "komşularını İspanyol baskısından kurtarmak" olarak nitelendiriyordu.[65] Fransa'nın kaynakları İtalya'da meşgulken İsveç ve Lehistan arasında Eylül 1629'da Altmark Ateşkes Antlaşması'nın müzakeresine yardımcı oldu ve Gustaf'ı Almanya'ya müdahalesi için boşa çıkardılar. Gustaf, kısmen IV. Christian gibi Protestan dindaşlarını desteklemek için bir arzu duyuyordu, aynı zamanda İsveç'in gelirlerini çoğunu sağlayan Baltık ticaretindeki payını en üst düzeye çıkartmak istiyordu.[66] Bu esnada, Almanya'daki prenslerin çoğu, Wallenstein'in birliklerinin egemenlik alanlarına girmesine izin verdiği için Wallenstein'e karşı önyargılıydı. Wallenstein'in ise hem Bavyera Elektörü I. Maximilian hem de Ferdinand ile arasında bir rekabet de vardı, oğlunun bir sonraki İmparator seçilmesini sağlamak için Ferdinand generali görevinden aldı. Tserclaes'e komuta devredildi fakat İmparatorluk ordusunun büyük kısmı paralı asker olduğundan İmparatordan çok Wallenstein'e bağlıydı.
Gustaf, Katoliklere karşı resmi bir savaş ilanında bulunmadı. Müttefiki Stralsund'a yapılan saldırıdan sonra savaş ilan etmeden karaya çıkmak için yeterli bahanesinin olduğunu hissetti. İmparatorla anlaşmaya varmak için girişimlerde bulundu ancak bu müzakereleri her iki taraf da ciddiye almadı. Haziran 1630'da yaklaşık 18,000 askeriyle Pomeranya Dükalığı'na bağlı Usedom adasına çıkartma yaptı. Gustaf; Usedom, Wolin, Wolgast ve Anklam'ın yanında Stralsund'u köprübaşı olarak kullanarak kıyıda mevzilerini oluşturdu ve Oder Nehri boyunca Stettin'e doğru ilerledi. İsveç'in bölgedeki varlığı, Pomeranya Dükü XIV. Bogislaw ile İsveç'in Polonya-Litvanya'ya karşı İsveç'in Pomeranya'daki çıkarlarını güvence altına bir ittifaka zorlamayı da başarmıştı.[67] Bunun sonucunda, Polonyalılar dikkatini Rusya'ya çevirdi ve 1632-1634 Smolensk Savaşı'nı başlattılar.
Pomerenya'nın büyük bölümünü güvence altına aldıktan sonra Kral Gustaf, Lübeck ve Hamburg ile temas kurmak için Mecklenburg'a doğru ilerlemek ve burada Wismar ve Rostock şehirlerini ele geçirmek istedi. Doğuda Demmnitz'de bir ordu toplandığını ve Alman müttefiklerinden beklediği takviye kuvvetleri gelmediği için Gustaf bu planlarından vazgeçti ve bunun yerine doğudaki Kolberg'deki güçlerini rahatlatmak için ilerledi. Gustaf, Katoliklere büyük bir darbe indirmeyi umuyordu fakat düzensiz şekildeki İmparatorluk birlikleri genellikle savaştan kaçındı ve bundan dolayı İsveçliler yalnızca Greifenhagen ve Garz'ı çok az bir dirençle karşılaşıp aldıklarından sonra kış için kamp kurdular. İsveç'in Protestan Almanlardan beklediği büyük destek gerçekçi değildi ve 1630'un sonunda tek yeni müttefikleri başkenti Tserclaes tarafından kuşatılan Brandenburglu Christian William'dı.[68] Protestan prensler kendilerini İsveç'in davasına bağlamaya ilgi göstermeyince Gustaf "kaba kur" yapmayı seçti. Gustaf'ın orduları, Küstrin ve Frankfurt an der Oder kasabalarını alıp yağmalayarak güneye Brandenburg'a taşındı. Bununla beraber Gustaf'ın askerleri, müttefiki olan Magdeburg'a 20 Mayıs'tan itibaren nüfusun büyük kısmının öldürüldüğü ve şehrin yakıldığı İmparatorluk birlikleri tarafından yapılan korkunç bir yağmadan kurtarmak için çok uzaktı ve geç kaldı. İsveçliler, Magdeburg'un yağmalanmasını avantaja çevirdiler. Avrupa'ya dağıtılan kağıtlar ve broşürler, prenslerin ve yoksulların, İmparatorun ya da en azından onun askerlerinin Protestan vatandaşlarına nasıl davrandıklarını anlamalarını sağladı.
Birkaç ay içerisinde Gustaf mevzilerini güçlendirdi ve Kuzey Almanya'ya yayıldı, Alman prenslerden destek aldı ve yol boyunca paralı askerlerden ordu kurdu. Sakson sınırına ulaştığında gücü 23,000'den fazla adama ulaşmıştı. Protestan olmalarına ve İmparatorluk askerleri tarafından yapılan yıkıma rağmen hem Saksonya hem de Brandenburg'un Pomeranya'da İsveç'inkilerle ters düşen kendi çıkarları vardı. Geçmişteki deneyimler de yabancı bir gücü İmparatorluğa davet etmenin onların gitmelerini sağlamaktan daha kolay olduğunu gösteriyordu. Her ikisi de güçlü Alman devletleriydi ve Pomeranya'ya yapılan gibi kolayca bir şeye zorla imza atmazlardı.[69] Doğu Brandenburg'da zaten önemli bir bölgeyi işgal eden Gustaf Adolf, ordusuyla Berlin'e doğru ilerledi ve ordusunu şehir dışında yoğunlaştırdı. Böylece Elektör George William'ı İsveç'e müttefik olarak katılmaya zorladı. George William bir ittifak kurmadı fakat İsveç'e transit geçiş hakkı, iki kale ve sübvansiyon verdi. Bunun sonucunda Katolik orduları Brandenburg'u ve diğer Hohenzollern topraklarını defalarca tahrip edecekti.
Richelieu bir kez daha Fransa'nın mali gücünü İsveç ve Alman prensleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmak için kullandı. 1631 yılında Bärwalde Antlaşması ile İsveçlilere, Saksonya ve Brandenburg dahil Protestan bloğuna fon sağladı.[70] Bu fon yılda 400.000 Reichsthaler ya da bir milyon livre ve ek olarak 1630 için ekstra 120.000 Reichsthalerdi. Toplam Fransız devlet bütçesinin %2'sinden az olmasına rağmen bu para İsveç bütçesinin %25'indne fazlasını oluşturuyordu ve bununla da Gustaf 36,000 kişilik bir ordu kurdu.[71] Yaz ortasında General Tserclaes, I. John George'den Sakson topraklarından geçmek için izin istedi, Elektör Saksonya'nın henüz savaşa girmediğini belirterek teklifi reddetti. Bunun üzerine Tserclaes, ordusu ile Gustaf'ın arasındaki en kısa mesafe olduğu için Saksonya Elektörlüğü'nü işgal etti ve Saksonların tarafsızlığını sona erdirdi. Tserclaes'in planı, birlikleri Jena yakınlarındaki birliklerle (yaklaşık 5,000 profesyonel asker) ve Hesse'den yola çıkan Kont Otto von Fugger'in daha büyük kuvvetleriyle birleşinceye kadar İsveçlilerle ve Saksonlarla temastan kaçınmaktı. Gustaf ve John George güçlerini birleştirdiler ve Tserclaes ile Leipzig yakınlarında bir yerde çarpışmayı planladılar. Bu birleşik İsveç ve Sakson ordusu, Eylül 1631'de Leipzig yakınlarındaki Breitenfeld'de İmparatorluk ordusuna büyük darbe indiren büyük bir zafer kazandılar. Savaştan sonra Tserclaes'in komutasındaki İmparatorluk ordusu yalnızca 7,000 kişilik bir ordu kurabildi. Bu zaferle cesaretlenen İsveç, Alman Protestanlardan daha büyük destek aldı. Böylece John George komutasındaki Sakson ordusu Bohemya'daki Habsburg topraklarına, Gustaf Avusturya'ya saldırmaya hazırlanırken ve emrindeki Gustav Horn ise Frankonya'ya doğru ilerledi.
Şubat 1632'de Horn, büyük ölçüde Alman askerlerinden oluşan bir kuvvetle Bamberg kasabasına saldırdı, Tserclaes 22,000 adamla Nördlingen'den kuzeye doğru ilerledi ve 9 Mart'ta şehri geri aldı. Bu başarıyı takip edemeyecek kadar zayıf olmasına rağmen ve Tuna üzerinde büyük bir köprüyü kontrol eden Ingolstadt'a geri çekilmesine rağmen Gustaf Alman müttefiklerinin bu denli tehdit edilmesinden korktu ve Avusturya'yı işgal etme planlarından vazgeçerek Mainz'deki kışlık karargahından güneye Bavyera'ya taşındı. Kendi güçlerini Horn, Johan Banér ve Saxe-Weimar Dükü William ile birleştirerek 37,705 adam ve 72 topluk bir güce ulaştı. İsveçliler 31 Mart'ta Nürnberg'e girdiler, ardından 6 Nisan'da Tserclaes'in Lech Nehri boyunca bir savunma hattı kurduğu yerin yakınındaki Donauwörth'ü ele geçirdiler. 22,000 kişilik ana ordu, Rain'in etrafına yerleştirildi, 5,000 kişilik bir müfreze de Augsburg'daki başka bir geçişi kapadı. Ardından yaşanan Rain Muharebesi bir başka İsveç zaferiydi, Tserclaes ise ağır yaralandı ve daha sonra aldığı yaralar yüzünden öldü. Fazla müstahkem şehir sayısı nedeniyle Tuna yoluyla Viyana'ya gidemeyen Gustaf, Münih kapılarına kadar Güney Bavyera'nın iç kısımlarında bir yıkım dalgası başlattı.
Tserclaes'in ölümünden sonra İmparator Ferdinand, eski askeri lideri olan Wallenstein'i, Bavyera'daki Adolf'u durdurmak için askeri hizmete geri çağırdı. Adolf Münih'i işgal ederken Wallenstein birkaç hafta içinde yeni bir ordu kurdu ve Adolf'ın tedarik zincirini kesmek için Kuzey Bohemya'ya ve ardından Kuzey Bavyera'ya ilerledi. İsveçlilerin Almanya içlerinde aşırı yayıldığını bilerek Frankonya'ya ilerdi ve İsveç tedarik hattını tehdit ederek Fürth'e yerleşti. Tehlikeyi gören Adolf, Wallenstein ile savaşmak için ordusunu kuzeye doğru hareket ettirdi. Sayıca az olduğunu fark eden Adolf, müstahkem şehir olan Nürnberg'e taktiksel geri çekilme emri verdi. Wallenstein'in ordusu İsveçlileri açlıktan öldürmek için hemen şehri kuşattı. Adolf, çıkmazı kırmak için umutsuz bir girişimle Wallenstein'in ordusuna Ağustos ayının sonlarında Alte Veste Muharebesi'nde (Nürnberg yakınlarındaki ormanlık bir tepedeki eski kale) ve Eylül ayı başında Fürth Muharebesi'nde saldırdı ancak başarısız oldu. Bu muharebeler, savaşın en büyük muharebelerinden bazılarıydı ancak Gustaf'ın tüm seferi sırasında yaptığı en büyük yanlışlardı.[72] Kuşatma, İsveçlilerin Nürnberg'den ayrılıp kuzeye kaçmasıyla birkaç hafta sonra sona erdi. Her iki taraf da erzak eksikliğinden ve hastalıktan muzdarip olduğundan Wallenstein geri çekilen İsveçlileri takip etmedi. İki ay sonra Kasım'da, İsveçliler ve İmparatorluk bir kez daha Lützen'de karşı karşıya geldiler ve her iki taraf da ağır kayıplar verdi. Bazı İsveç birimleri %60'ın üzerinde kayıp verdi ve Kral Gustaf bir süvari saldırısı esnasında öldürüldü, Wallenstein'in yardımcısı Pappenheim da öldürüldü.[73] Savaş, Wallenstein'in topçularını geride bırakıp yaralandığı alacakaranlığa kadar devam etti ve Wallenstein geri çekildi. Ağır kayıplara rağmen savaşın sonucu halen tartışmalı olsa da İsveçliler savaşa bir zafer olarak baktı.[74][75]
Kral Gustaf'ın ölümünün ardından İsveç politikasını son derece yetenekli olan Şansölye Axel Oxenstierna yönetmeye başladı. Ordunun kontrolünü sağladıktan sonra, Protestan prenslerle daha önceki gevşek ittifakı daha resmi bir yapıyla değiştirmeyi planlıyordu. Bunu, İsveç devletini istikrara kavuşturmak için gereken bir ihtiyaçtan ve müttefiklerinin güvenilirliği konusundaki şüphelerden dolayı hayata geçirmek istiyordu. Lützen'den sonra Saksonya Elektörü John George bir tarafsızlık antlaşması müzakere etmek için Alman Protestanlara Dresden'de bir zirveye davet etti, Fransa ise gelişmeleri bekleyerek İsveç'e ödediği sübvansiyonları askıya aldı. İmparatorluk danışmanları, Ferdinand'ı bundan faydalanmaya ve İade Fermanı'nı tersine çevirmesini önerdiler ancak Ferdinand kayıplarını askeri yollarla telafi edeceğine inanıyordu ve fırsatı kaçırdı. Mart ayında Oxenstierna; Yukarı Ren, Aşağı Ren-Vestfalya, Svabya ve Frankonya Çemberlerinin üyelerini Heilbronn'a davet etti. Hansa Birliği ülkelerini toplama çabaları başarısız olsa da 27 Nisan 1633'te Heilbronn Ligi kuruldu. Fransa, 7 Nisan'da sübvansiyon ödemelerine devam etti, en önemlisi bu paralar İsveç'in kontrolünü garanti altına alarak doğrudan İsveç'e ödenmeye başlandı. Oxenstierna, askeri meseleleri veto hakkıyla Lig Direktörü olarak atandı. Üçü İsveçli, diğerleri Kont Solms-Hohensolms gibi uzun süredir destekçileri olan on danışmandan oluşan bir konsey tarafından desteklendi. Temmuz'da Ligin Brünswick-Lüneburg Dükü George ve Dodo Knyphausen komutasındaki birleşik kuvvetleri, Oldendorf'ta Bavyera generali Bronckhorst-Gronsfeld tarafından yönetilen bir İmparatorluk ordusunu yendi.[76] Bu arada Lützen Muharebesi, Wallenstein'in prestijini ciddi şekilde etkilemiş, içteki rakipleri ise Bronckhorst-Gronsfeld'i desteklemediğini iddia etmişti. Wallenstein'in taraf değiştirmeye hazırlandığı söylentileri de çıkınca İmparator Ferdinand 1634 Şubat ayında tutuklanmasını emretti. 25 Şubat'ta Cheb'de ise kendi subayları tarafından suikastle öldürüldü.[77]
Wallenstein'in ve onun teşkilatının kaybı, İmparator Ferdinand'ı askeri destek için İspanya'ya bağımlı hale getirdi. İspanyolların temel endişeleri Hollandalılara karşı yürüttükleri sefer için İspanyol Yolu'nu yeniden açmak olduğu için odak noktası Renenya ve Bavyera'ya kaydı. Yeni İspanyol Hollandası Valisi olarak atanan Avusturyalı Kardinal-Prens Ferdinand, İtalya'da 18,000 kişilik bir ordu kurdu ve bu ordu 2 Eylül 1634'te Donaüwörth'te İmparatorun oğlu Macaristan kralı Ferdinand liderliğindeki 15,000 kişilik bir İmparatorluk ordusuyla birleşti ve İsveç garnizonunun bulunduğu Nördlingen'e doğru birlikte harekete geçtiler. General Horn ve Saxe-Weimar Dükü Bernard tarafından komuta edilen İsveç-Alman ordusu, şehrin yardımına gitti fakat karşılarındaki İmparatorluk-İspanya ordusunu sayısal ve nitelik olarak hafife aldılar. 6 Eylül'de Horn, Nördlingen'in güneyindeki tepelere inşa edilen tahkimatlara karşı bir dizi saldırı başlattı fakat hepsi geri püskürtüldü. Düşmanlarının sayısal üstünlüğü, İmparatorluk-İspanya komutanlarının pozisyonlarını sürekli olarak takviye edebileceği anlamına geliyordu ve Horn sonunda geri çekilmeye karar verdi. Geri çekilme esnasında İmparatorluk süvarileri tarafından etrafları sarıldı ve Protestan ordusu tam anlamıyla çöktü. Nördlingen'deki kesin zafer, Güney Almanya'daki İsveç gücünü yok etti ve İsveç'in savaştan sonra İmparator ile barış yapmaya çalışan Alman müttefiklerinin de iltica etmesine yol açtı.[78] Yenilginin geniş kapsamlı bölgesel ve stratejik sonuçları oldu; İsveçliler Bavyera'dan çekilmek zorunda kaldılar ve Protestan Alman müttefikleri Mayıs 1635'teki Prag Barışı şartlarına göre İmparator Ferdinand ile barış yaptılar. Daha önce yalnızca Hollandalıları ve İsveçlileri mali olarak yardım etmekle sınırlayan Fransa, Nördlingen'deki Katolik zaferi üzerine, Habsburg gücünün yeniden artması ve konsolide olmasından korkarak savaşa aktif bir savaşçı olarak girmeye karar verdi.
Nördlingen Muharebesi, savaşı bitirmek yerine savaşa Fransa'nın dahil olmasını sağlayarak savaşı genişletti. Richelieu İsveçlilere yeni sübvansiyonlar bağladı, Renenya'ya bir saldırı için Saxe-Weimar Dükü Bernard'a tarafından yönetilecek bir paralı asker ordusu tuttu ve Mayıs 1635'te İspanya'ya resmi olarak savaş ilan etti.[79] Birkaç gün sonra Alman devletleri ve Ferdinand Prag Barışı'nı kabul ettiler. İade Fermanı'nın geri çekilmesi karşılığında Heilbronn ve Katolik Ligi feshedildi, Saksonya ve Bavyera kendi güçlerinin kontrolünü elinde tutacaklardı fakat kalan ordular tek bir İmparatorluk ordusu altında birleşecekti. Bu noktadan sonra savaş, savaşın Almanların arasındaki dini çatışmadan çıktığı nokta olarak görülür.[80]
Mart 1635'te bir Fransız kuvveti Valtellina'ya girerek İspanyol kontrolündeki Milano ile İmparatorluk arasındaki bağlantıyı bir kez daha kesmiş oldu.[81] Mayıs ayında 35,000 kişilik Fransız ana ordusu, İspanyol Hollandası'nı işgal etti fakat hastalık ve firarlardan dolayı 17,000 kayıp verdikten sonra Temmuz ayında geri çekilmek zorunda kaldılar. 1636'da bir İspanyol saldırısı Kuzey Fransa'daki Corbie'ye ulaştı, bu olay sonucunda Paris'te bir panik havası oluşurken erzak sıkıntı İspanyol ordusunun geri çekilmesine sebep oldu ve bu tarz bir saldırı bir daha tekrarlanmadı.[82] Mart 1636'da Wismar Antlaşması'na göre Fransa, İsveç ile ittifak olup Otuz Yıl Savaşları'na resmen katıldı. İsveç'in kazanımlarının çoğu elden gitmiş, Saksonlar da dahil olmak üzere yerel müttefikler kaybedilmiş ve kuzeydeki İsveç pozisyonu savunmasız kalmış olsa da Johan Banér komutasındaki bir İsveç ordusu Brandenburg'a girdi ve 4 Ekim 1636'da Wittstock Muharebesi'nde bir İmparatorluk kuvvetini yenmeyi başardı. Bu zaferle birlikte İsveç, Kuzey ve Doğu Almanya'daki konumlarını yeniden kurmaya başladı.[83]
II. Ferdinand Şubat 1637'de öldü ve yerine kötüleşen bir askeri pozisyonla karşı karşıya kalan III. Ferdinand geçti. Mart 1638'de Bernard, Rheinfelden'de bir İmparatorluk ordusunu yok ederken Aralık ayında Breisach'ı ele geçirerek Alsas'ın Fransa kontrolü altında kalmasını güvence altına aldı ve İspanyol Yolu'nu kesti. Ekim ayında von Hatzfeldt, Vlotho'da İsveç-İngiliz-Pfalz ordusunu yendi ancak Matthias Gallas komutasındaki ana İmparatorluk ordusu Kuzey ve Doğu Almanya'yı harap olmuş bölgede ordusunu besleyemediği için bölgeyi İsveçlilere terk etti.[84] Banér, Nisan 1639'da Chemnitz'de Saksonları yendi, ardından da Mayıs'ta Bohemya'ya girdi.[85] Durumu toparlamak için Ferdinand, Piccolomini'nin ordusunu Thionville'den çıkartmak zorunda kaldı ve Avusturya ile İspanya arasındaki doğrudan askeri işbirliğine son verdi.[86]
İspanya başbakanı Olivares üstündeki baskı özellikle Polonyalı yardımcı kuvvetleri kiralama girişimlerinin başarısız olmasının ardından barış yapması için arttı.[87] İspanyol Yolu'nun kesilmesi Madrid'i Flanders'daki ordularını deniz yoluyla ikmal etmeye zorladı ve Ekim 1639'da Downs Deniz Muharebesi'nde büyük bir İspanyol konvoyu yok edildi.[88] Hollanda'nın Portekiz'in Afrika ve Amerika'daki topraklarına saldırıları, o zamanlar İspanyol İmparatorluğu'nun bir parçası olan Portekiz'de huzursuzluğa sebep oldu ve bu durum ağır vergilerle birleşince Portekiz ve Katalonya'da isyanlar çıktı.[89] Fransızlar 1640 Ağustos'unda Arras'ı ele geçirdikten sonra Olivares, Hollanda'nın bağımsızlığını kabul etmenin ve Flanders'da daha fazla kaybı önlemenin vaktinin geldiğini söylüyordu. İspanya hala müthiş bir güç olarak kalmıştı ama artık Ferdinand'ı mali olarak destekleyemiyordu, bu da Ferdinand'ın savaşa devam etmesini etkiledi.[90]
Bernard Temmuz 1639'da öldükten sonra, askerleri Weser boyunca etkisiz bir sefer için Banér'in İsveç ordusuna katıldı. Ocak 1641'de Regensburg'daki İmparatorluk Diyeti'ne yapılan saldırı çok dikkat çekmişti.[91] Daha sonra geri çekilmek zorunda kalan Banér, Mayıs ayında Halberstadt'a ulaştı ve orada öldü. Haziran ayında Wolfenbüttel'de bir İmparatorluk ordusunu yenmelerine rağmen çoğu Alman olan birlikleri maaş eksikliği nedeniyle isyan etti.[92] Bu durum, Lennart Torstenson'un Kasım ayında 7,000 İsveçli asker ve isyancıları tatmin edecek kadar nakit parayla gelmesiyle kurtarıldı.[93]
Ocak 1642'de Kempen'deki Fransız zaferini, Torstenson'un Avusturya Arşidükü Leopold Wilhelm liderliğindeki İmparatorluk ordusuna yaklaşık 10,000 kayıp verdirttiği Ekim 1642'deki İkinci Breitenfeld Muharebesi izledi.[94] Aralık'ta Leipzig'in ele geçirilmesi İsveçlilere Almanya'da önemli yeni bir üs sağladı ve Freiberg'i ele geçirememelerine rağmen[95] 1643'te Sakson ordusunu birkaç izole garnizona sıkıştırmıştılar.[96] Ferdinand, hedeflerine artık askeri yollarla ulaşamayacağını kabullenmişti. İmparatorluk devletlerini Fransa ve İsveç ile olan müzakerelere katılmasını engellemek ve İmparatorluğu bir bütün olarak temsil etmeyi umarak savaşa devam etti.[97]
Aralık 1642'de Richelieu'nun öldü, ardından 14 Mayıs 1643'te Kral XIII. Louis de öldü ve tahta beş yaşındaki oğlu XIV. Louis geçti. Bununla beraber Richelieu'nun politikaları halefi olan Kardinal Mazarin tarafından devam ettirildi, Fransızların Alsas'taki kazanımları, Hollanda'da İspanya'ya karşı olan savaşa yeniden odaklanmayı sağladı. 19 Mayıs'ta Condé Kontu Loius de Bourbon, Rocroi'de İspanyollara karşı meşhur bir zafer kazandı ve bu zafer İspanyolların Alçak Ülkeler üzerinden bir başka Fransa'yı işgal şansını ortadan kaldırdı.[98]
Condé'nin Rocroi'daki felaketten tam olarak yararlanamamasının en büyük nedeni savaşçıları etkileyen faktörlerden kaynaklanıyordu. 25 yıllık savaşın açtığı tahribat, orduların savaşmaktan çok yiyecek aramak için enerji harcamalarına neden oluyordu. Bu yüzden de süvariler çok daha önem kazanıyor ve daha küçük ve daha hareketli olmaya zorluyordu. Bu yemek ihtiyacı aynı zamanda sefer mevsimlerini de kısalttı çünkü yemek toplama ihtiyacı daha seferi daha da erteliyordu ve bu yüzden orduları genelliklere nehirlere yakın, kolayca yemek tedarik edebilecekleri alanlara kısıtlıyordu.[99] Buna ek olarak, Fransızlar Kasım ayında Tuttlingen Muharebesi'nde Franz von Mercy liderliğindeki bir İmparatorluk-Bavyera ordusu tarafından imha edildikten sonra Almanya'da yeni bir ordu kurmak zorunda kaldılar.[100]
Rocroi Muharebesi'nden kısa bir süre sonra Ferdinand, İsveç ve Fransa'yı Vestfalya'nın Münster ve Osnabrück kasabalarında barış görüşmeye davet etti fakat Danimarka Kralı IV. Christian'ın Hamburg'u ablukaya alıp Baltık Denizi'ndeki geçiş ücretlerini arttırması bu görüşmeleri geciktirdi.[101] IV. Christian'ın bu hareketi, Hollanda ve İsveç ekonomilerini ciddi şekilde etkiledi ve Aralık 1643'te İsveçliler Hollanda'nın deniz desteği sağlamasıyla Yutland'ı işgal etti ve Torstenson Savaşı başlamış oldu. Ferdinand, İsveçlilere arkadan saldırmak için Gallas komutasında bir İmparatorluk ordusu topladı fakat bu da facia bir karar olduğunu kısa sürede kanıtladı. Mayıs 1644'te Danimarka'daki savaşı bitirmek için Wrangel'den ayrılan Torstenson, İmparatorluğa doğru yürüdü ve Gallas onu durduramadı. Danimarkalılar Ekim 1644'te Fehmarn'daki yenilgilerinden sonra barış istediler.[102]
Ağustos 1644'te Fransız ve Bavyera orduları her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği (ufak bir Bavyera zaferi olarak da görüşür) üç gün süren Freiburg Muharebesi'nde karşı karşıya geldiler. İki tarafın kayıpları Maximilian'ı artık savaşın kazanılamayacağına ikna etti ve savaşı bitirmesi için Ferdinand'a baskı yapmaya başladı.[103] Kasım ayında barış görüşmelerinin yeniden başlamasından kısa bir süre sonra Gallas'ın orduları dağıldı ve kalıntıları Bohemya'ya çekildi, Mart 1645'te Torstenson ise Jankau'da bu orduyu tamamen dağıttı.[104] Mayıs ayında, von Mercy komutasındaki Bavyera kuvveti, Ağustos ayında İkinci Nördlingen'de yenilip von Mercy öldürülmeden önce Herbsthausen'de bir Fransız müfrezesini yok etmişti.[105] Ferdinand'ın yardım edemediği Saksonya Elektörü John George, Eylül ayında İsveç'le altı aylık bir ateşkes imzaladı ve ardından Mart 1646'da Eulenberg Antlaşması ile savaşın sonuna kadar tarafsız kalmayı kabul etti.[106]
Torstenson'un yerini alan Wrangel liderliğindeki İsveçliler, 1646 yazında Bavyera'yı işgal etti ve savaşı başlatmaktan büyük oranda sorumlu olan Maximilian savaşı bitirmek için oldukça çaresizdi.[107] Bu noktada İspanyollar, Mazarin'e Fransız işgali altındaki Katalonya'yı İspanyol Hollandası ile takas etmek için gizli bir teklif sundular. Fransızlara ikiyüzlü olarak gören ve bu duruma kızan Hollandalılar, Ocak 1647'de İspanya ile bir ateşkes imzaladılar ve ayrı bir barış şartlarını müzakere etmeye başladılar.[108] Hollanda'yı diplomasi yoluyla elde edemeyen Mazarin, bölgeyi zorla ele geçirmek için kaynaklarını bir araya getirmeye karar verdi ve 14 Mart 1647'de Bavyera, Köln ve İsveç ile Ulm Mütakeresi'ni imzaladı.[109]
Fransız saldırısı, Ren'deki Fransız komutan Turenne tarafından yönetilecekti ancak çoğu Alman olan birlikleri isyan ettiğinde planlar rafa kaldırıldı, ayrıca Bavyera generali Johann von Werth de ateşkese uymayı reddetti.[110] İsyanlar hızla bastırılmış olsa da Maximilian, Werth gibi yapmak zorunda hissetti ve Eylül ayında Bronckhorst-Gronsfeld'e Bavyera ordusunun kalıntılarını von Holzappel komutasındaki İmparatorluk birlikleriyle birleştirmesini emretti.[111] Wrangel ve Turenne liderliğindeki bir Fransız-İsveç birliği sayıca az olan İmparatorluk ordusuna karşı Zusmarshausen'de galip geldiler ve çatışmada von Holzappel öldürüldü. İmparatorluk ordusunun büyük kısmı Raimondo Montecuccoli'nin etkili bir artçı harekâtı sayesinde kaçmasına rağmen Bavyera bir kez daha savunmasız kaldı.[112]
İsveçliler, Temmuz ayında kaleyi ve Malá Strana bölgesini ele geçirerek Prag'a saldırmak için von Königsmarck komutasında ikinci bir kuvvet gönderdi. Esas hedef, savaş sona ermeden önce olabildiğinde çok ganimet elde etmekti. Prag'ın tarihi merkezini alamadılar ama İmparatorluk kütüphanesini ve şimdi Stockholm'de bulunan Codex Gigas dahil hazineleri ele geçirdiler. Bu arada İmparator Ferdinand, kardeşi Arşidük Leopold Wilhelm'i 1647'de İspanya Hollandası'nın valisi olarak olarak atadı, İspanya ile olan bağlarını güçlendirmek ve bölgedeki savunmaları güçlendirmeye yardımcı olmak için atandı. Arşidük aynı yıl Fransızlara karşı büyük bir saldırı başlatacaktı ve başlangıçta İspanyol orduları ile Armentiéres, Comines, Landrecies kalelerini geri alarak başarıyı sağladı. Condé Kontu Louis, Katalonya'da İspanyollara karşı başarısız bir seferden geri çağrıldı ve 16,000 kişilik Fransız ordusunun komutanlığına atandı. Louis Ypres'i ele geçirdi ancak Arşidük ve Lüksemburg Valisi General Jean de Beck liderliğindeki 18,000 kşilik İspanyol-Alman kuvveti Lens'i kuşattı. Conde Kontu, onlarla çarpışmak için ilerledi ve 20 Ağustos'ta Lens'in batısındaki İspanyollarla çarpıştı ve onları kesin bir şekilde yendi. İspanyollar ordularının yarısını kaybetmişti ve bu Fransız zaferi, Ferdinand'ın barış isteme kararını büyük ölçüde etkilemişti. Fronde isyanının patlak vermesi, Fransızların Habsburglara karşı kazandıkları zaferi sonuna kadar kullanmasını engelledi ve İspanya ile olan savaş 11 yıl daha devam etti.
24 Ekim'de Ferdinand, Fransa ve İsveç ile savaşı sona erdiren barış antlaşmalarını imzaladı.[113] Toplu olarak Vestfalya Barışı (Antlaşması) olarak bilinen antlaşmalar, sonrasında Avrupa'daki jeopolitik, dini ve askeri durumu antlaşmadan itibaren yarım yüzyıl boyunca yeniden şekillendirecekti.
Kuzey İtalya, merkezi otoriteye karşı uzun süredir isyan eden bir bölge olan Güney Fransa'nın kontrolü için hayati bir önem taşıdığı için yüzyıllar boyunca Fransa ile Habsburglar arasında bir çatışma noktası olmuştu. İspanya, İtalya'da baskın güç olarak kalırken özellikle İspanyol Yolu olmak üzere uzun dış iletişim yollarına güvenmesi potansiyel bir zayıflık noktasıydı. İspanyol Yolu, askerleri ve malzemeleri Napoli Krallığı'ndan Lombardiya üzerinden Flanders'daki ordularına taşımalarına yardımcı oluyordu. Fransızlar İspanyolların elindeki Milan Dükalığı'na saldırarak veya Grabündenlilerle ittifaklık yapıp Alp geçitlerini engelleyerek İspanyol Yolu'nu kesmeye çalıştı.[114]
Mantova Dükalığı'nın bir bölgesi olan Montferrat ve Montferrat'ın kalesi olan Casale Monferrato, mülk sahibinin doğrudan Milan'ı tehdit edebiliyordu. Veraset sırasındaki son dükün Aralık 1627'de ölmesiyle Fransa ve İspanya'nın rakip iddia sahiplerini destekledi ve bunun sonucunda 1628-1631 Mantova Veraset Savaşları başladı.[115] Fransa doğumlu Nevers Dükü, Fransa ve Venedik Cumhuriyeti tarafından, rakibi Guastalla Dükü İspanya, II. Ferdinand, Savoy ve Toskana tarafından desteklendi. Bu küçük çatışmanın Otuz Yıl Savaşları üzerinde büyük bir etkisi oldu çünkü Papa VIII. Urbanus, Habsburgların İtalya'daki genişlemesini Papalık Devleti için bir tehdit olarak gördü. Sonuç olarak Katolik kilisesi bölündü, Papa II. Ferdinand'dan uzaklaştı ve Fransa'nın Habsburglara karşı Protestan müttefikler kullanması kabul edilebilir olarak görüldü.[116]
Mart 1629'da Fransızlar, Pas de Suse'deki Savoy mevzilerine baskın düzenlediler, İspanyolların Casale Kuşatmasını kaldırdılar ve Pinerolo'yu ele geçirdiler. Suza Antlaşması ile daha sonra iki kaleyi Fransa'ya bıraktı ve Fransız birliklerinin Savoy topraklarından sınırsız geçişine izin vererek Piyemonte ve Alpler'in Güney Fransa'ya çıkan geçitlerinin Fransa kontrolüne bıraktı.[117] Ancak ana Fransız ordusu 1629'un sonlarında bölgeden çekilir çekilmez İspanyollar ve Savoylular Casale'yi bir kez daha kuşattı. II. Ferdinand, ana Venedik saha ordusunu bozguna uğratan ve Nevers Dükü'nü Montova'dan kaçmasına zorlayan bir İspanyol saldırısını desteklemek için Alman paralı askerler sağladı. Ekim 1630'a gelindiğinde Fransızların tutumu o kadar belirsizdi ki temsilcileri Ratisbon Antlaşması'nı kabul etmesine rağmen şartları Richelieu'nun Habsburg genişlemesine karşı çıkma politikasına ters düştüğünden antlaşma asla onaylanmadı.[118]
Bazı sebeplerden dolayı, özellikle de yıkıcı bir veba salgını olmak üzere, Kuzey İtalya'daki Fransız konumunu eski haline getirdi. 1629-1631 yılları arasında Milano'da 60,000'den fazla ve Venedik'te 46,000'den fazla kişi öldü ve başka yerlerde aynı oranda kayıplar yaşandı.[119] Richelieu, İspanyol-Savoy ittifakını Casale'den çekilmeye ve Nisan 1631'de Cherasco Antlaşması'nı imzalamaya zorlayan bir İsveç işgalini finanse etmek için İmparatorluk kaynaklarının Almanya'dan İtalya'ya saptırılmasından faydalandı. Nevers Dükü, Mantova Dükü olarak taç giydi ve Richelieu'nun temsilcisi Kardinal Mazarin, Pinerolo'yu tahliye etmeyi kabul etmesine rağmen daha sonra Savoy Dükü I. Victor Amadeus ile yapılan bir anlaşma gereğince geri alındı. 1639-1642 Piyemonte İç Savaşı dışında, bu antlaşma, önümüzdeki yirmi yıl boyunca Kuzey İtalya'daki Fransız konumunu güvence altına aldı.[120]
1635'te Fransız-İspanyol Savaşı'nın patlak vermesiyle Richelieu, İspanyol tedarik hattını kesmek için Victor Amadeus'un Milano'ya karşı yenilenen bir saldırısını destekledi. Bunlar arasında 1635'te Valenza'ya yapılan başarısız bir saldırı ile Tornavento ve Mombaldone'daki küçük zaferler de vardı.[121] Kuzey İtalya'daki Habsburg karşıtı ittifak Eylül 1637'de önce Mantova Dükü Charles'in ardından Ekim'de Victor Amadeus'un ölmesiyle dağıldı. Victor Amadeus'un ölümüyle dul karısı Christine ile kardeşleri Thomas ve Maurice arasında Savoy'un kontrolü için bir mücadeleye sebep oldu.[122]
1639'da, Fransa'nın XIII. Louis'in kız kardeşi Christine'yi ve İspanya'nın iki kardeşi desteklediği bir açık savaşa dönüştü ve savaş Torino Kuşatması ile sonuçlandı. 17. yüzyılın en ünlü askeri olaylarından biridir, birbirini kuşatan en az üç farklı orduyu içeriyordu. Katalonya ve Portekiz'deki isyanlar İspanyolları İtalya'daki seferlerini durdurmaya zorladı ve savaş Christine ve Fransa lehine sonuçlandı.[123]
1647'de, Fransız destekli bir isyan sonucunda Napoli'deki İspanyol yönetimi geçici olarak devrildi. İspanyollar ayaklanmayı çabucak bastırdı ve isyancıları desteklemek için gönderilen çok sayıdaki Fransız seferlerini yenerek Güney İtalya'daki hakimiyetlerini tekrar sağladılar.[124] İtalya'daki İspanyol yönetiminin zayıflığı anlaşıldı ve yerel soyluların Madrid'e yabancılaşmasını ortaya çıkardı. 1650'de Milano Valisi, güneydeki yaygın memnuniyetsizliğin yanında Parma Dükalığı'nın güvenilecek tek İtalyan devleti olduğunu yazdı.[125]
1630'lar boyunca savaşın masrafını karşılamak için yapılan vergi artışları İspanyol topraklarında protestolara yol açtı, bunun sonucunda 1640'ta önce Portekiz'de ve ardından Katalonya Prensliği'nde eşzamanlı isyanların çıkmasıyla sonuçlandı. Richelieu'nun 'oyalama savaşı'nın bir parçası olarak Fransa tarafından desteklenen isyancılar Ocak 1641'de Katalan Cumhuriyeti'ni ilan ettiler.[126] Madrid hükûmeti isyanı bastırmak için hızla 26,000 kişilik bir ordu topladı ve isyancıları 23 Ocak 1641'de Martorell'de yendi. Fransızlar Katalan Meclisi'ni XIII. Louis'i Barselona Kontu ve Katalonya hükümdarı olarak tanımaya ikna ettiler.[90]
26 Ocak'ta birleşik bir Fransız-Katalan kuvveti daha büyük sayıdaki İspanyol ordusunu Montjuïc'te bozguna uğrattı ve Barselona'yı güvence altına aldı. İsyancılar kısa bir süre sonra yeni Fransız yönetiminin eskisinden çok az farklı olduğunu anladılar ve savaşı Fransız-Katalan soyluları, kırsal köylüler ve İspanyollar arasında üç taraflı bir savaşa dönüştürülmüş halde buldular. Fransa, Perpignan ve Roussillon'un kontrolünü ele geçirip Pireneler boyunca modern Fransa-İspanya sınırını oluşturduktan sonra çok az ciddi çatışmaya girdi. İsyan 1651'de İspanyolların Barselona'yı ele geçirmesiyle sona erdi.[127]
1580'de İspanya Kralı II. Felipe, İber Birliği'ni kurarak Portekiz İmparatorluğu'nun hükümdarı oldu. 1602-1663 Hollanda-Portekiz Savaşı, Hollanda'nın İspanya'dan bağımsızlık mücadelesinin bir dalıydı. Portekizliler, Avrupa'ya şeker ve tütün ihraç eden Brezilya Kolonisi'ndeki tarlalarda çalışmak üzere Batı Afrika ve Portekiz Angolası'ndan kölelerin taşındığı üç köşeli ticaret olarak bilinen trans-Atlantik ekonomisine hakim oldu. Hollandalı tarihçiler tarafından 'Büyük Tasarım' olarak bilinen bu ticaretin kontrolünü ele geçirmek sadece karlı olmakla kalmayacak aynı zamanda İspanyolları Hollanda'daki savaşlarını finanse etmek için gereken fonlardan mahrum bırakacaktı.[128]
Hollanda Batı Hindistan Şirketi bu amaca ulaşmak için 1621'de kuruldu ve Hollanda filosu 1624'te Brezilya'nın Salvador, Bahia limanını ele geçirdi. 1625'te Portekizliler tarafından geri alındıktan sonra ikinci bir filo 1630'da Hollanda Brezilyası'nı kurdu ve burayı 1654'e kadar yönettiler.[129] İkinci hedef, başta Angola ve São Tomé olmak üzere Afrika'daki köle ticareti merkezlerini ele geçirmekti. Konumları Portekiz genişlemesiyle tehdit edilen Kongo Krallığı tarafından desteklenen Hollandalılar, 1641'de her iki bölgeyi de başarıyla işgal etti.[130]
İspanya'nın bu saldırılara karşı koruma sağlama konusundaki yetersizliği veya isteksizliği Portekizlilerin kızgınlığını arttırdı ve 1640'da Portekiz Restorasyon Savaşı patlak verdi. Brezilya, Angola ve São Tomé'den kovulmalarına rağmen Hollandalılar Ümit Burnu'nu koruyabildiler ve Malacca, Malabar Sahili, Maluku Adaları ve Seylan'daki Portekiz ticaret merkezlerine el koydular.[131]
Vestfalya Antlaşması olarak bilinen şey üç ayrı antlaşmadan oluşuyordu; İspanya ile Hollanda Cumhuriyeti arasındaki Münster Barışı, İmparatorluk ile İsveç arasındaki Osnabrück Antlaşması ve İmparatorluk ile Fransa arasındaki Münster Antlaşması. Ön tartışmalar 1642'de başladı fakat ancak 1646'da ciddileşti, Münster ve Osnabrück arasında bölünmüş görüşmelere aynı anda ya da farklı zamanlarda toplam 109 delege katıldı. İsveçliler, Danimarka Kralı IV. Christian'ın arabuluculuk yapma önerisini reddetti ve taraflar en sonunda Papalık Temsilcisi Fabio Chigi ve Venedik elçisi Alvise Contarini üzerinde anlaştılar.[132]
Münster Barışı, 30 Ocak 1648'de imzalanan ilk barış antlaşmasıydı; bölge hala Vestfalya yerleşiminin bir parçasıydı çünkü Hollanda Cumhuriyeti teknik olarak hala İspanyol Hollandası'na bağlıydı ve dolayısıyla İmparatorluğun bir parçasıydı. Antlaşma sonucunda Hollanda'nın bağımsızlığı kabul edildi fakat İmparatorluk Diyeti 1728'e kadar Hollanda'nın İmparatorluğun bir parçası olmadığını kabul etmedi.[133] Hollandalılara ayrıca Amsterdam'ın ticari üstünlüğünü sağlayan Scheldt halici aracılığıyla yürütülen ticaret üzerinde bir tekel verildi, İspanyol Hollandası'nın başkenti ve daha önce Kuzey Avrupa'nın en önemli limanı olan Anvers ise 19. yüzyılın sonlarına kadar toparlanamadı.[134]
Fransa ve İsveç ile müzakereler İmparatorluk Diyeti ile birlikte yürütüldü ve birçok Alman devletini içeren çok taraflı tartışmalar yaşandı. Münster ve Osnabrück Antlaşmaları sırasıyla Fransa ve İsveç ile barışı sağladı. Ferdinand, mümkün olan son ana kadar imzalamayı reddetti ancak Fransa'nın İspanya'ya karşı Lens'te aldığı ezici bir zaferin ardından İsveç'in Prag'ı ele geçirmesine ramak kala 24 Ekim'de antlaşmayı imzaladı.[135] Normal barış antlaşmalarının ötesine geçtiklerini ve İmparatorluğun kendisinde büyük anayasal ve dini değişiklikler yaptıkları için antlaşmanın "Alman ve Avrupa hukuk tarihinde büyük bir dönüm noktası" olduğu iddia edildi.[136]
Barışın anahtar unsurları, Ferdinand'ın İmparatorluk Diyeti'nin üstünlüğünü kabul etmesi ve gelecekteki dini çatışmaları önlemeye çalışanlar da dahil olmak üzere İmparatorluk içindeki devletlerin özerkliğini onaylayan hükümlerdi. Madde 5, bir devletin baskın dinini belirlemek için temel olarak 1624'ün temel alınması veya "Normaljahr" olarak kurulan Augsburg Antlaşması yeniden onaylanmasıydı ve dini azınlıklar için ibadet özgürlüğünü garanti ediyordu. Madde 7, Kalvinizmi Reform ile doğan bir inanç olarak tanıdı ve bir hükümdarın dinini değiştirmesi durumunda tebaasının da aynısını yapmak zorunda olması şartı olan "ius reformandi"yi kaldırdı. Bunlar Aşağı ve Yukarı Avusturya gibi Habsburg monarşisinin kalıtsal toprakları için geçerli değildi.[137]
Brandenburg-Prusya; Doğu Pomeranya'yı ve Magdeburg, Halberstadt, Kammin ve Minden piskoposluklarını aldı. Frederick'in oğlu Charles Louis, Aşağı Pfalz'ı yeniden kazandı ve Bavyera Yukarı Pfalz'u ve onun seçim oyunu elinde tutmasına rağmen Charles Louis İmparatorluğun sekizinci elektörü oldu.[133] Hollanda Cumhuriyeti'nin ve 1499'dan beri fiilen özerk olan İsviçre Konfederasyonu'nun bağımsızlığı resmen tanındı. Lorraine'de, 1552'den beri Fransa tarafından işgal altında tutulan Metz, Toul ve Verdun olarak bilinen Üç Piskoposluk resmen Fransa'ya devredildi. Alsas'taki Décapole şehirleri Strazburg ve Mulhouse hariç yine Fransa'ya devredildi.[106] İsveç beş milyon thaler tazminat aldı. Ayrıca İsveç, Pomeranya topraklarını ve Bremen ve Verden Prens-piskoposluklarını da aldı. Alınan topraklar sonucunda İsveç, İmparatorluk Diyeti'nde bir koltuk aldı.[138]
Daha sonra antlaşma, Fransa ve Brandenburg'a devredilen Katolik kilisesinin mülkü olarak kabul edilen ve dolayısıyla yöneticisinin onun ataması gerektiğini düşünen Papa X. Innocentius tarafından kınandı.[139] Aynı zamanda, 1618'den önce Protestanların kalesi olan Bohemya, Aşağı ve Yukarı Avusturya'da Katolikliği baskın din kabul edilmesi birçok sürülen insanı hayal kırıklığına uğrattı. 200,000'den fazla askerin terhis edilmesi karmaşık ve zor bir iş olduğundan savaş hemen sona ermedi, son İsveç garnizonu Almanya'yı 1654'te terk etti.[140] Buna ek olarak Mazarin, Burgonya Çemberini Münster Antlaşması'ndan çıkarmakta ısrar etti ve Fransa'nın İspanya'ya karşı seferinin Alçak Ülkeler'de sürmesini sağladı, bu savaş da 1659'da Pireneler Antlaşması'na kadar devam etti. Polonya-Litvanya Birliği'nin siyasi parçalanması, İsveç ile 1655-1660 arasında Danimarka, Rusya ve Brandenburg'un da yer aldığı İkinci Kuzey Savaşı'na yol açarken İsveç'in Bremen limanına kendi kontrolünü dayatma girişimi 1654 ve 1666'da başarısız oldu.[141]
Antlaşmadaki Vestfalya egemenliği olarak bilinen ilkeyi, dış güçlerin içişlerine karışmama fikrini oluşturduğu iddia edildi ancak buna o zamandan beri itiraz edildi. Süreç veya 'Kongre' modeli, 1668'de Aix-la-Chapelle'de, 1678'de Nijmegen'de ve 1697'de Ryswick'te müzakereler için benimsendi; 19. yüzyıl 'Kongre' sisteminden farklı olarak bunlar savaşları engellemekten ziyade sona erdirmek için vardı, bu nedenle 'güç dengesi'ne yapılan atıflar yanıltıcı olabilir.[142]
Tarihçiler genellikle Çin, Britanya Adaları, Anadolu, Çarlık Rusyası ve Kutsal Roma İmparatorluğu gibi devletlerde süregelen bir çatışma dönemi olan 17. yüzyılın ortalarındaki 'Genel Kriz'e atıfta bulunurlar.[143] Bütün bu bölgelerdeki savaş, kıtlık ve hastalık yerel halk üzerinde ciddi kayıplara neden oldu. Otuz Yıl Savaşı bu olayların en kötülerinden birisi olsa da 19. yüzyıl milliyetçileri bölünmüş bir Almanya'nın tehlikelerini göstermek için savaşın etkisini sık sık arttırdı ya da abarttı.[144] 18 milyonluk bir nüfus içinden 12 milyona varan ölüm tahminleri artık kabul edilmemektedir, maddi kayıp iddiaları ya güncel kanıtlarla desteklenmemekte ya da bazı durumlarda savaş öncesi vergi kayıtlarını aşmaktadır.[145]
Modern standartlara göre savaşa katılan askerlerin sayısı nispeten düşüktü ancak savaşın kendisi tarihin en büyük tıbbi felaketlerinden birisi olarak tanımlandı.[146] Muharebelerin her biri genellikle 13,000 ila 20,000 kişilik karşılıklı orduları içeriyordu, en büyük sayıya ise 1632'deki iki ordunun da birleşik 70,000-85,000 kişinin olduğu Alte Veste'de ulaşıldı. Almanya'da her iki tarafın konuşlandırdığı asker sayısının toplamı, 1618'den 1626'ya kadar ortalama 80,000-100,000 arasında değişir, 1632'de 250,000 kişi ile zirve yapar ve 1648'de 160,000'in altına düşer.[147] Tahminlerdeki yanılma payı son derece yüksek olabilir. 1621 ve 1639 yılları arasında İsveç'in Bygdeå köyünden askere alınan 230 erkekten 215'i ölü ya da kayıp olarak kaydedilirken beşi de eve sakat olarak döndü.[14]
19. yüzyılın ortalarına kadar askerlerin çoğu hastalıktan öldü. Tarihçi Peter Wilson, bu savaş için bilinen muharebe ve kuşatmalardan elde edilen rakamları bir araya getirip savaşta ölen veya yaralananlar için 450,000 civarında bir sayı veriyor. Deneylerimler, bu sayının iki ila üç katının öldüğünü veya hastalık nedeniyle iş göremez hale geldiğini gösterdiğinden toplam askeri kayıpların 1,3 ila 1,8 milyon ölü veya hizmete uygun hale gelmeyen insan olduğunu gösterir.[13] Pitirim Sorokin tarafından yapılan bir tahminde, metodolojisi başkaları tarafından geniş çapta tartışılsa da, Sorokin üst sınırı 2,071,000 askeri zayiat olarak hesaplamaktadır.[148] Genel olarak tarihçiler savaşın benzeri görülmemiş bir ölüm felaketi olduğu ve sivil ya da askeri kayıpların çoğunluğunun 1630'daki İsveç müdahalesinden sonra gerçekleştiği konusunda hemfikir.[149]
Yerel kayıtlara göre askerî eylemler sivil ölümlerin %3'ünden daha azını oluşturuyordu, sivil ölümlerinin başlıca sebepleri %12 ile açlık, %64 ile hıyarcıklı veba, %4 ile tifüs ve %5 ile dizanteriydi.[150] 1618'den önce on yıllar boyunca düzenli olarak hastalık salgınları yaygın olmasına rağmen çatışma hastalıkların yayılmalarını büyük ölçüde hızlandırdı. Bunun nedeni, yabancı ülkelerden askerlerin gelmesi, savaş cephelerinin yerlerinin sürekli olarak değişmesi ve kırsal nüfusun zaten kalabalık olan şehirlere göç etmesiydi.[151] Bu salgınlar yalnızca Almanya ile sınırlı değildi, Fransız ve İmparatorluk askerleri tarafından taşınan hastalığın iddiaya göre 1629-1631 İtalyan Vebası'nı ateşledi ve tahminen 280,000 ölüme yol açtı. Bu salgın, "Yeni Çağ'da İtalya'yı etkileyen en kötü ölüm krizi" olarak nitelendirildi.[152] 1630'lar boyunca kötü hasatlar ve aynı bölgelerin defalarca yağmalanması yaygın bir kıtlığa yol açtı. Dönemin kayıtlarında insanların ot yediğini veya sadaka kabul edemeyecek kadar zayıf olduğu yazarken yamyamlık örnekleri de yaygındı.[153]
Modern görüşler, Kutsal Roma İmparatorluğu'nun nüfusunun 1600'de 18 milyondan 20 milyona, 1650'de ise 11-13 milyona düştüğü ve 1750'ye kadar savaş öncesi seviyelerine geri dönemediği konusunda hemfikirdirler.[154] Bu kayıpların yaklaşık %50'sinin İsveç'in müdahil olmasından sonra 1630'dan 1635'e kadar ilk döneminde meydana geldiği görülüyor. İngiltere'deki Üç Krallık Savaşları ile karşılaştırıldığında yüksek ölüm oranı, kısmen tarafların genellikle paraları ödenmeyen ve yaşamak için topraktan beslenen yabancı paralı askerlere güvenmesine bağlı olabilir.[155] 'Ortak topluluk' duygusunun olmaması, Magdeburg'un yağmalanması gibi vahşetlerle sonuçlandı ve bu da hastalık ve açlığa son derece duyarlı çok sayıda mültecinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Göç kısa vadede hayat kurtarsa da uzun vadede çoğunlukla felaket oldu.[156]
1940 yılında tarım tarihçisi Günther Franz, 1618'den 1648'e kadar olan dönemi kapsayan Almanya genelindeki bölgesel verilerin ayrıntılı bir analizini yayınladı. Daha yakın bir çalışmayla geniş çapta "kırsal nüfusun yaklaşık %40'ı savaş ve salgın hastalıkların kurbanı oldu, bu oran şehirlerde %33" şeklinde doğrulandı.[17] Bu rakamlar yanıltıcı olabilir çünkü Franz savaş öncesi ve sonrası nüfustaki mutlak düşüşü veya "toplam demografik kaybı" hesapladı. Bu nedenle, İmparatorluk dışındaki bölgelere kalıcı göç veya daha düşük doğum oranları gibi ölüm veya hastalıkla ilgisi olmayan faktörleri de içermektedir, bunlar da uzun süreli bir savaşın yaygın belirtileridir.[157] Bu oranlarda geniş bölgesel farklılıklar da vardı. Kuzeybatı Almanya'daki bazı bölgeler 1630'dan sonra nispeten barışçıldı ve neredeyse hiç nüfus kaybı yaşanmadı. Mecklenburg, Pomeranya ve Württemberg'de ise nüfus yaklaşık %50 düştü.[145]
Bazı kasabalar vergilerden kaçınmak için kayıplarını abartmış olsalar da bireysel kayıtlar ciddi düşüşleri doğrulamıştır. 1620'den 1650'ye kadar Münih'in nüfusu 22,000'den 17,000'e, Augsburg'un nüfusu 48,000'den 21,000'e düştü.[158] Savaşın mali etkisi çok daha açıktır. Savaş, özellikle 1618-1623 döneminde kısa vadeli ekonomik krizlere neden olurken genel olarak ticaret modellerindeki mevcut değişiklikleri hızlandırdı. Bölgesel pazarlar arasındaki fiyat farklılıklarının azaltılması ve Avrupa çapında daha yüksek düzeyde bir pazar entegrasyonu gibi süregelen makro-ekonomik eğilimleri tam tersine çevirdi.[159] Ölenlerin fazlalığı, hayatta kalanların yaşam standartlarını iyileştirmiş olabilir. Bir çalışma Almanya'da ücretlerin 1603 ile 1652 arasında reel olarak %40 arttığını gösteriyor.[160]
Savaş sırasında özellikle Gustaf tarafından yapılan yenilikler, "Askeri devrim" olarak bilinen taktik evrimin bir parçası olarak kabul edilir ancak bu değişimlerin temelinde taktiklerin mi yoksa teknolojinin mi olduğu konusunda tartışmalar sürmektedir.[161] Bu gelişmeler Maurits van Oranje tarafından popülerleştirildi ve toplu kolon dizilişini bırakıp çizgi formasyonuna geçerek piyade ateş gücünü arttırmaya çalıştı. Gustaf, Maurits tarafından kullanılan on rütbeyi altıya indirdi ve silahşörlerin kargılılara oranını arttırarak bu değişiklikleri iyileştirdi. Ayrıca, her birlik, her iki kanatta da hızlı ateş eden hafif topçu parçalarıyla donatıldı. Bu taktiğin en iyi örneği İsveçlilerin Breitenfeld'de geleneksel şekilde konumlanmış Tserclaes'in ordularını ezici bir şekilde yenmesidir.[162]
Çizgi formasyonu her zaman başarılı değildi, 1634'te Nördlingen'de sözde eski İspanyol terciolarının "yeni model" İsveç ordusuna karşı kazandığı zafer bunun en büyük kanıtıydı.[163] Ayrıca saldırı esnasında koordinasyon sağlamak daha zordu. Gustaf süvarilerinin çok daha agresif olmasını gerektirerek genellikle Fin hafif süvarilerini ya da Hakkapeliitta'yı şok birlikleri olarak kullanarak bunu telafi ediyordu. Ayrıca 1632 Eylül'ünde Alte Veste'deki başarısız saldırı da dahil olmak üzere ara sıra kolonlar kullandı. Kolonlar, saldırı esnasında daha etkili görülmeye başlandı ve Napolyon Savaşları'nın sonraki aşamalarında Napolyon tarafından kullanıldı.[164]
Bu tür taktikler, standart silahların yanı sıra saldırı altındayken düzeni koruyabilen, tekrar doldurabilen ve disiplinli salvoları ateşleyebilen profesyonel askerlere ihtiyaç duyuyordu. 17. yüzyılın ilk yarısında, gerekli hareketleri gösteren çok sayıda kullanım kılavuzu yayımlandı, bunların 32'si kargıcılar ve 42'si silahşörler içindi.[165] İstenilen şekilde hareket edebilecek bir piyadeyi yetiştirmenin süresi yaklaşık altı aydı ancak birçok asker savaşa çok daha az deneyimle girdi. Ayrıca, kıdemli komutanlar ve taktik birliği arasındaki hayatı bağlantıları sağlayan genç subaylara daha fazla sorumluluk yüklendi. Bu tarz adamları yetiştirmek için tasarlanan ilk askeri okullardan birisi 1616'da Siegen'de kuruldu ve kısa bir süre sonra diğerleri onu takip etti.[166]
Diğer yandan, stratejik düşünme aynı hızda gelişmedi. Tarihçi Jeremy Black, bu taktiklerin sonucunda çoğu askeri seferin "sonuçsuz" olduğunu ve komutanların odaklanmış stratejik hedeflerden ziyade yalnızca bölgenin kontrolü konusunda neredeyse saplantılı olduğunu iddia ediyor. Askeri ve diplomatik hedefler arasında bağlantının olmaması, savaşın neden bu kadar uzun sürdüğünü ve barışın neden bu kadar zor yapıldığını açıklamaya yardımcı oluyor.[167] Bunun ayrıca farklı nedenleri de vardı. 1648'de Vestfalya Antlaşması imzalandığında Fransız-İsveç ittifakının İmparatorluk topraklarında hala 84,000'den fazla silahlı askeri vardı, İmparatorluk tarafının ise 77,000 askeri vardı. Modern anlamda sayı nispeten küçük olsa da bu tür orduların o zamanlar örneği yoktu.[168] İspanya istisnası dışında, 17. yüzyıl devleti bu büyüklükteki orduları besleyemiyordu ve ordular geçtikleri bölgelerden zorla alınan “katkılara” bağımlıydılar.[169]
Erzak temin etmek sefer planlamasında sınırlayıcı bir faktör haline geldi. Savaşın daha sonra İmparatorluğun daha geniş bir coğrafyasına yayılması sonucunda erzak problemi daha da sivrilen bir sorun haline geldi. Yeterli erzak toplanabilse bile erzakı birliklere ulaştırmak bir diğer sorundu. İkmal güvenliğini sağlamak için komutanlar, o zamanlar toplu taşımanın birincil yolu olan nehirlere yakın kalmak zorundaydılar ve ana üslerinden fazla uzaklaşamadılar.[170] Tarihçiler, birlikleri beslemenin ordu içinde bir amaç haline geldiğini, diplomatik hedeflerle bağlantılı olmadığını ve büyük ölçüde merkezi hükûmetler tarafından kontrol edilmediğini savunuyor. Bunun sonucu "artık anlaşılır siyasi hedeflerden yoksun ordular... geçtikleri kırsal alanla simbiyoz bir ilişki içinde yaşayan gezici silahlı çetelere dönüşüyor" şeklinde kaydedilmiştir. Bu bağlantı eksikliği çoğu zaman hükûmetlerin siyasi amaçlarına aykırıydı. 1628 ve 1629'da, her ikisi de sözde müttefikleri olan Brandenburg ve Saksonya'da İmparatorluk birlikleri büyük bir yıkıma sebep oldu ve sonrasında iki devlet İsveç'in müdahalesine destek oldular.[171]
Savaşın neden olduğu toplumsal düzendeki bozulma, genellikle ani hasardan daha önemli ve daha uzun sürdüğü düşünülür.[172] Yerel yönetimlerin çöküşü sonucunda kendilerini her iki tarafın askerlerinden korumak için bir araya gelen ve Yukarı Avusturya, Bavyera ve Brandenburg'da isyanlara yol açan topraksız köylüler ortaya çıktı. Askerler başka bir yere gitmeden önce bulundukları bölgeyi harap etti, geniş araziler boş bırakıldı ve bu da eko sistemi değiştirdi. Kemirgen nüfusundaki patlayıcı artış yiyecek kıtlığını daha da kötüleştirdi. Bavyera 1638 kışında kurtlar tarafından istila edildi ve sonraki baharda ekinler yaban domuzu sürüleri tarafından yenildi.[173]
Dönemin kayıtlarında insanlar savaşın yol açtığı rastgele ve amansız kan akıtılmasını anlamlandırmaya çalışıldığı görülür ve bir umutsuzluk rahatça görülmektedir. Savaş, günahlar için verilen ilahi ceza olarak düşünüldüğü için 1626'da Frankonya'da başlayan ve hızla bütün Almanya'ya yayılan bir cadı avı başladı.[174] Cadı avı ve benzeri eylemler 1616'da Würzbürg Piskoposluğu’nda başladı ve ardından kilisenin otoritesini savunmak isteyen dindar bir Katolik olan Piskopos von Ehrenberg tarafından yeniden başlatıldı. Ehrenberg 1631'de öldüğünde toplumun her yerinden 900’den fazla kişi idam edilmişti.[175]
1626'dan 1631'e kadar Bamberg Piskoposluğu'na yakın bir yerde düzenlenen Bamberg cadı mahkemeleri binden fazla can aldı. 1629'da Eichstätt cadı mahkemelerinde 274 kişi öldü. Komşusu Pfalz-Neuburg Dükalığı'nda 50 kişi daha öldü.[176] İmparatorluk ordularının askeri başarılarını takip eden zulüm, Tserclaes tarafından yeniden fethedilmesinin ardından Baden ve Pfalz'a, daha sonra da Renanya’ya doğru ilerledi.[177] Bu zulümlerin çoğu savaşın uzağında kalan yerlerde yaşandığından çatışmanın toplum üzerindeki etkisinin ne ölçüde belirti gösterdiği hala tartışılmaktadır. Bu yaşanan zulmün ve gaddarlığın Karşı Reformun itibarını azaltacağından büyük endişe duyan Ferdinand, yaşanan zulmün 1630'a kadar büyük ölçüde sona ermesini sağladı.[178]
Savaş çok büyük bir yıkıma yol açsa da Alman edebiyatı, Alman dilinden "yabancı unsurların temizlenmesi" için uğraşan bir topluluk yaratmış ve Alman edebiyatı bir canlanma hareketiyle itibar kazanmıştır.[179] Örneğin Pikaresk romanın en eski örneklerinden biri olarak görülen Simplicius Simplicissimus'tur. Hans Jakob Christoffel von Grimmelshausen tarafından 1668'de yazılmıştır, kendi deneyimlerine dayanarak bir askerin yaşamını gerçekçi bir şekilde tasvir ediyor.[180] Diğer örnekler arasında Magdeburg'un yağmalanmasına katılan ve savaşın vahşetini anlatan Peter Hagendorf'un günlükleri yer alır.[181]
Alman ve Çek yazarlar için bu ulusal travma unutulmayacak bir anı olarak hatırlanmaya devam etti. 18. yüzyıl şairi ve oyun yazarı Friedrich Schiller, savaşı çalışmalarında kullanan birçok kişiden biriydi. 19. ve 20. yüzyılın başlarında Alman milliyetçileri için 'Büyük Alman Savaşı', 'Büyük Savaş' veya 'Büyük Bölünme' olarak anıldı. Bölünmüş bir Almanya'nın tehlikelerini gösterdiği için 1871'de Alman İmparatorluğu'nun kurulmasını haklı çıkarmak için kullanıldı. Naziler de Büyük Cermen Reich’ı için bu argümanı kullandı.[182] Bertolt Brecht, 1939'da savaş karşıtı oyunu olan “Cesaret Ana ve Çocukları” için bu savaşı arka plan olarak kullandı. Avusturyalı-Alman yazar Daniel Kehlmann tarafından yazılan ve aynı zamanda savaşın yaşandığı zamanda geçen ve kültürel ayrışmayı anlatan Tyll romanı, 2020 Man Booker Ödülü’ne aday gösterildi.[183]
Barış sonucunda “Alman özgürlükleri” tekrar kabullenildi ve Habsburg'ların Kutsal Roma İmparatorluğu'nu İspanya'ya benzer daha merkezi bir devlete dönüştürme girişimleri sona erdi. Sonraki 50 yılda Bavyera, Brandenburg-Prsuya, Saksonya ve diğerler prenslikler kendi politikalarını takip ederken İsveç İmparatorluk içinde kalıcı bir yer edindi. Bütün bunlara rağmen Habsburg toprakları savaş esnasında diğerlerinden daha az tahrip edildi ve Bohemya'nın ilhak edilmesi ve topraklarında Katolikliğin restore edilmesiyle daha tutarlı bir ülke haline geldi.[184]
Vestfalya ile modern ulus devletlerin temeli atıldı, halk ve yönetici arasındaki ilişkiyi değiştirdi. Daha önce halkların devletleriyle örtüşen ya da çatışan siyasi ve dini bağlılıkları vardı, barıştan sonra dini veya laik herhangi bir konuda her şeyden önce kendi devlet otoritesinin yasalarına ve fermanlarına tabi hale geldiler. Böylece devletine ve liderine sadık büyük ulusal kuvvetleri toplamak kolaylaştı. Wallenstein ve İsveç işgalinden sonra Alman prenslikleri kendi kalıcı ordularına ihtiyaç olduğunu anladılar ve Almanya bir bütün olarak çok daha militarize bir toplum haline geldi.[185]
Vestfalya'dan İsveçlilerin aldığı toprakların ömrü kısa süreli oldu. Fransa'nın ilhak ettiği Fransız kazanımlarının aksine İsveç toprakları İmparatorluğun bir parçası olarak kaldı ve Aşağı ve Yukarı Sakson Çemberi'nin bir üyesi oldular. Böylece İsveçliler İmparatorluk Diyeti'nde koltuk kazanırken Pomeranya'daki rakipleri olan Brandenburg-Prusya ve Saksonya ile doğrudan çatışmaya girmelerine de neden oldu. İmparatorluk topraklarından elde edilen gelir Almanya'da kaldı ve İsveç'e fayda sağlamadı. İsveç Pomeranya'nın bazı kısımlarını 1815'e kadar elinde tutsa da çoğu 1679 ve 1720'de Prusya'ya devredildi.[186]
Fransa'nın Otuz Yıl Savaşları'nda bütün güçlerden daha fazla kazançlı çıktı. 1648'de Richelieu'nun hedeflerinin çoğuna ulaşılmıştı. Bu hedefler arasında İspanya ve Avusturya Habsburglarının ayrılması, Fransız sınırının İmparatorluğa doğru genişlemesi ve Kuzey Avrupa'daki İspanyol askeri üstünlüğünün sona erdirilmesi yer alıyordu.[187] Fransa ve İspanya arasındaki savaş 1659'a kadar devam etse de Vestfalya ile XIV. Louis İspanya'nın yerine Avrupa'nın dominant gücü olarak ortaya çıktı.[188]
Din üzerindeki farklılıklar 17. Yüzyıl boyunca bir sorun olarak kalırken 30 Yıl Savaşı kıta Avrupası'nda dinin sebep olduğu son büyük savaştı. Sonraki çatışmalar ya Güney-Batı Fransa'daki Camisardlar İsyanı gibi iç savaştı ya da 1712 Toggenburg Savaşı gibi nispeten önemsizdi.[189] Savaş sonucunda 1815 ve sonrasına kadar varlığını sürdüren bir Avrupa'nın temel hatları da ortaya çıkmış oldu. Bu hat; Fransa ulus devleti, birleşik bir Almanya ve ayrı bir Avusturya-Macaristan bloğunun başlangıcı, gücü azalan ama yine de önemli bir güç olan İspanya, Danimarka, İsveç ve İsviçre gibi bağımsız küçük devletler ve Alçak Ülkeler'in bölünmesiyle ortaya çıkan Hollanda Cumhuriyeti ve Belçika'dır.[186]