Bu yazımızda çeşitli alanlarda büyük ilgi kazanan Haz ilkesi konusuna değineceğiz. Haz ilkesi, uzmanların ve kamuoyunun ilgisini çeken, etkileri ve sonuçları hakkında tartışmalara yol açan bir konudur. Yıllar geçtikçe Haz ilkesi gelişiyor ve derinlemesine analiz gerektiren yeni özellikler kazanıyor. Bu nedenle, Haz ilkesi ile ilgili tüm yönleri iyice anlamak büyük önem taşıyor ve bu makalede onun anlamını, toplum üzerindeki etkisini ve onu etkili bir şekilde ele almak için olası alternatifleri inceleyeceğiz.
Psikanalizde haz ilkesi (Almanca: Lustprinzip),[1] biyolojik ve psikolojik ihtiyaçları karşılamak için içgüdüsel olarak haz arama ve acıdan kaçınma eylemidir.[2] Spesifik olarak haz ilkesi, kimliğin arkasındaki canlandırıcı güçtür.[3]
Antik dünyada Epikuros ve daha sonraları Jeremy Bentham, hazzın insan yaşamını yönlendirmedeki rolünü vurgulamışlar ve Bentham şöyle demiştir: "Doğa, insanlığı iki egemen efendinin, acının ve hazzın yönetimi altına koymuştur."[4]
Ancak Freud'un en yakın önceli ve esinleyicisi, Gustav Theodor Fechner ve onun psikofiziğiydi .[5]
Freud, zihnin zevk aradığı ve acıdan kaçındığı fikrini 1895 tarihli Bilimsel Psikoloji Projesi'nde[6] ve aynı zamanda 1900 tarihli Rüyaların Yorumu'nun teorik kısmında kullanmış ve burada bunu 'hoşnutsuzluk ilkesi' olarak adlandırmıştır.[5]
Freud, 1911 tarihli Zihinsel İşleyişin İki İlkesi adlı yapıtında, bunu gerçeklik ilkesiyle karşılaştırarak ilk kez "zevk-hoşnutsuzluk ilkesinden ya da kısaca haz ilkesinden" söz etti.[5][7] 1923'te haz ilkesini libidoya bağlayarak onu yaşamın bekçisi olarak tanımladı; 1930 tarihli Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları adlı yapıtında "yaşamın amacını belirleyen şeyin yalnızca haz ilkesinin programı olduğunu" düşündüğünü belirtti.[8]
Freud zaman zaman zihinsel yaşamdaki haz ilkesinin neredeyse her şeye kadir olduğunu yazdı.[9]